Geçtiğimiz Mart ayında iki önemli kutlama yaptık ya da yapmamız gerekiyordu. Birincisi 14 Mart 1827 tarihinin yıl dönümü kutlaması, yani Padişah II. Mahmut tarafından kurulan Tıbhane-i Amire, Mekted-i Tıbbıye-i Şahane’nin kuruluş yıldönümü, ikincisi de 16 Mart 1848 tarihinin yıl dönümü kutlaması, yani II. Mahmut’un oğlu Padişah Abdülmecid tarafından kurulan Darül Muallimin-i Rüşdi’nin kuruluş yıl dönümü.
Aslında bu düşünce yapısı çerçevesinde aynı yıllarda başka eğitim kurumları da kurulmuştur: Mekteb-i Harbiye-i Şahane, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk-ı Şahane, Mekteb-i Mülkiye vb. Çünkü ülkenin bilim ve fende Avrupa ülkelerinden çok gerilerde olduğu artık toparlanma zamanının geldiği nihayet idrak edilmiştir.
Bana göre, yukarıda sözünü ettiklerimin içerisindeki özellikle iki kurum yalnız Türk ulusu için değil, tüm insanlık için çok önemli olan meslek mensuplarının yetiştirilmesini sağlayan “mektepler” olması bakımından çok önemlidir. Zira birincisinin yetiştirdiklerine insanlar canlarını ve en gizli sırlarını emanet etmektedirler. İkincisi tarafından yetiştirilenlere ise insanlar kimi zaman kendi canlarından bile daha fazla önem verdikleri çocuklarını, dolayısıyla ülkenin geleceğini emanet etmektedirler. Birincisindeki hatalar nedeni ile insanlar canından olurken, ikincisindeki hatalar nedeni ile kuşaklar boyu sürecek insan yozlaşmasına ve dolayısıyla ülkenin zafiyete uğramasına neden olacaktır. O bakımdan bu iki tarihin kutlanması çok önemlidir.
Çok şükür ki her şeye rağmen 14 Mart hâlâ kutlanabilmektedir. Buna karşılık 16 Mart kutlanmadığı gibi neredeyse unutulmuş durumdadır. 12 Eylül 1980 tarihinden sonra kutlanmaz olmuş, zira devletin öğretmen yetiştirme gibi bir sorunu kalmamıştır. Önüne gelen herkes öğretmen olmuş ve bugünkü tablo karşımıza çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında bu iki kurum ve diğerlerinin öğrencilerinin, hatta bazı lise öğrencilerinin tamamına yakını bu ülke için ya şehit düşmüş ya da tamamına yakını ortopedik özürlü gazi olmuştur. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da kendilerine verilen her türlü görevi yokluk içerisinde yapmalarının yanında Türk ulusunu yüceltmek için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardır. Bunlar “Vatan mevzu-i bahs olunca gerisi teferruattır.” diyerek o “fakr-u zaruret” yıllarında ülkeyi bugünlere getiren ruh ve heyecanın temsilcileridir. Fakat geldiğimiz şu günlerde üniversitelerimizin ve eğitim kurumlarının ne hâlde olduğunu herkes gibi YÖK başkanının da görmüş olması çok enteresandır: “İlter Hoca çok toleranslı konuşmuş. Akademik ortam bugün değil vasat, vasatın altındadır maalesef!” (Hürriyet, 30.03.2015). Bu söze eklenebilecek ne var? İçinde olanlar bunun ne anlama geldiğini iyi bilir! Fakat başka örnekler de var.
2015 yılında YGS sınavına giren 856 bin 159 lise son sınıf öğrencisi 40 fen sorusundan ortalama 4,6 soruya, 40 matematik sorusundan ortalama 5,4 soruya cevap verebilmiştir (ÖSYM bülteni). Bunun ne anlama geldiğini, artık herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekir. Böyle giderse kan, göz yaşı ve irfanla kurulan bu ülke batma noktasına gelecektir. Fakat bizdekilerle birlikte başkaları da bu sorunun çözüm yolunu açık seçik gözler önüne sermektedir. Örneğin; Finlandiya Eğitim ve Bilimden Sorumlu Devlet SekreteriPilvi Torsti şöyle yol göstermektedir:“Ağaç satmaktansa keresteyi işleyip satmaya karar verdik. Yüksek istihdam oranını da eğitimle başardık. Vergi sistemi bunu mümkün kıldı. Kamu hizmetlerinde eğitim en önemli alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Eğitime çok ciddi vurgu yapıldığını görüyoruz. Bugün Finlandiya’nın dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri olması, 50 yıllık bu çabaya dayanıyor. Öğrenci odaklı yaklaşım, vatandaşın eşitliği, öğretmenlerin eğitimleri üç temel alan oldu.”(Bugün, 11.03.2015).
Çözüm arayanlar için işte size çözüm. Gerçi bugün hâlâ geçerli olan çözüm yolları rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Turhan tarafından yarım asır önce yazılan kitapta gösterilmiştir: Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri (1964).
Artık yapılacak şey; 14 Martları, 16 Martları şeklen değil, başlangıçtaki ruhları ile ülkemizin kutlamasını sağlarken, gençlerimizi bu ideal ile yetiştirip onların muasır medeniyet bilgi birikimi ile yetişmelerini sağlamaktır.
Önüne gelen, bugünkü gençliğin yozlaşmasından dem vurmakta, fakat yetkili etkili kimse iğneyi kendisine batırmamaktadır. Artık sorunun gençlerde değil, onların gerektiği gibi yetiştirilmesini sağlayamayan bizlerde olduğunu herkesin anlaması gerekir. Çözüm önceliği, eğiticileri yetiştirecek eğiticilerin yetiştirilmesidir. Doktorunu ve öğretmenini uluslararası standartlara göre yetiştiremeyen, onlara geçim sıkıntısı çektiren ve onların dayak yemesini, hatta öldürülmesini bile önleyemeyen bir ülkede kalkınma da olmaz, muasır medeniyetler seviyesine çıkma ideali de olmaz.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.