Yine bir 14 Mart’ı idrak ediyoruz. Bu yıl 14 Mart Pazar’a geldiği için kutlamalar/etkinlikler hafta içine yayılacak. Malumunuz, 14 Mart 1827 Osmanlı’da modern (ne demekse?) tıp eğitiminin başlangıcı kabul edilir ve "Bayram" adı altında kutlanır. Tabip Odası Başkanı olduktan sonra hekimlerin sorunlarını daha fazla dinliyor olmaktan mıdır, yoksa hekimlerin sorunlarının son yıllardaki artışından mıdır bilmem, 14 Mart’ları "Bayram" olarak kutlamak bana çok anlamsız geliyor. Şüphesiz bu haleti ruhiye, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 14 Mart konuşmama yansıyacak. Bizde resmi tören 15 Mart Pazartesi yapılacağından belki de siz bu yazıyı okurken ben söz konusu konuşmamı yapıyor olacağım. Geçen yılki konuşmam ile Sağlıktan Sorumlu Vali Yardımcısını kızdırmıştım da, beni protesto için vedalaşmadan salonu terk etmişti. Bakalım bu sene kimler kızacak.
Aslında Sayın Vali Yardımcısını kızdıran sözümün aynısını Sayın Sağlık Bakanına da söylemiştim: "Son yıllarda hekime yönelik şiddet çok fazlalaştı. Bunda uygulanan sağlık politikalarının rolü var. Sistem hastayı, göreceli olarak, mutlu etmiştir ama hekimler mutsuzdur." Bir de, Urfa’da yaşanan somut olaylardan örnekler vererek, Valilik ve Sağlık Müdürlüğünün olay sonrasında hekimlerimizin yaralarını sarmak ve incinen onurlarını onarmak adına üzerine düşeni yapmasına rağmen faillerin hak ettikleri cezayı almamasının bizleri üzdüğünden bahsetmiştim. Bir de bir kıyaslama yaparak, benzer bir durumun hakim, savcı, subay ve kaymakam gibi bir başka "yüksek memura" (hekim de bu "yüksek memur" sınıfına giriyor olmalı.) olsaydı o faillerin yine karakolun veya mahkemenin bir kapısından girip öbüründen çıkıp çıkamayacağını somuştum ki, sanırım Sayın Vali Yardımcısını en çok bu kızdırmıştı.
Bu konuda ne kadar haklı olduğum geçtiğimiz aylarda yaşanan bir olayla ortaya çıkmış oldu. Fakülte hastanemizdeki bir asistan serviste hasta yakınları tarafından darp edildi. Asistanımız Urfalı olduğu için şikâyetçi olma "cesaretinde" bulundu ve birkaç celsedir mahkemeye gidip geliyordu. Tabii ki saldırganlar tutuksuz olarak yargılanıyordu. Bir gün bir celse sırasında daha önce "hekim dövmüş" olmaktan cesaret alan cahil, hakimin sırtındaki cüppeyi doktor önlüğüne benzeterek hakime ters bir laf etmiş (yani "saygısızlık yapmış"). Adam o gün bugündür içeride. İki ay oldu, hâlâ mahkemeye çıkmak için sıra bekliyor.
İşte böyle değerli meslektaşlar. Meslek onurunun ve saygınlığının yerlerde süründüğü bir dönemde 14 Mart’ı idrak ediyoruz. Daha önce bir yazımda bunun sorumlusu kim, diye sormuş ve cevaben başta biz hekimlerin sonra meslek örgütümüzün en son olarak da Sağlık Bakanlığının suçlu olduğunu söylemiştim. Bu konuya tekrar girmeyeceğim, ama sorumluluğumuzun ve eksiğimizin ne olduğu konusunda herkesi tekrar düşünmeye davet etmekten de kendimi alıkoyamayacağım.
Bu 14 Mart konuşmamın muhtemel kızgınları Üniversitemin Rektörü ve Fakültemin Dekanı olacaklar. Ama onlar da boşuna kızmış olacaklar, çünkü geçen yıl olanlardan dolayı Valiliği ve Sağlık Müdürlüğünü suçlamadığım gibi, bu yıl da Sayın Rektör ve Sayın Dekanı suçlamayacağım. Bu yılki 5 dakikalık konuşmamda işlemeyi düşündüğüm konu tıp eğitimi olacak. Doğal olarak konuyu irdelemeye kendi Fakültemden başlayacağım. Harran’da en mükemmel tıp eğitimini verdiğimiz söylenemez. Ancak Ankara, İstanbul ve İzmir’den de ideal doktorlar çıkmıyor. Taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan ve ithal ruhsatı olmadan sistem ithal eden Tıp Eğitimi Gönüllüleri kendilerini kandırmaya devam etseler de, bu "ithal sistemi" uygulayan Fakültelerden birinden mezun olan dönem birincisi bir doktor "Kral çıplak" dercesine "Ailemi arkadaşlarıma emanet etmem." diyerek olayı en veciz şekilde ifade etmiş oldu. Bir de buna abartılı bir şekilde açılan yeni fakülteleri eklediğinizde ülkenin sağlık konusundaki geleceği için endişelenmemek mümkün değil.
Yeni üniversite kurulmasına ve fakülte açılmasına karşı değilim. Ancak Ankara, İzmir, Antalya, Kocaeli, Konya ve İstanbul, hele ki İstanbul’da çöreklenmiş, maddi ve manevi tezgahını kurmuş, paraya para, itibara itibar demeyen "meslek büyüklerimizi" ülkenin dört bir yanına gönderemedikten/getiremedikten/gelmeye teşvik edemedikten sonra bu üniversiteleri kurmanın bir faydası yok.
Vel hasılı kelam, hekimlerin mutsuz, tıp öğrencilerinin umutsuz, adli, mülki ve siyasi erkânın son derece umursuz olduğu 14 Mart 2010’un güzel günlerin başlangıcı olması ümit ve temennilerimle.