Eğitim de eğitici olmak da zor iş. Bildiğini aktarmak önemli değil bence, bildiğini aktarırken onun işe yarayacağını duyumsatmak önemli. Tıp eğitiminde çığır açıldı. Ağustos 2007’de Norveç’te AMEE Tıp Eğitimi Kongresi yapıldı. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce bilim adamı kongre salonlarını doldurdu. Hiçkimse “mektepli eğitimci” değildi. Yani herkes tıp eğitimi alanında çalışan ama farklı tıp alanlarında uzmanlıklarını alan insanlardı. Hematologlar, onkologlar, farmakologlar, halk sağlığı uzmanları, psikiyatristler, fizyologlar, ortopedistler, ürologlar, patologlar… Ama herkesin daha iyi bir tıp eğitimi yapabilmek için merakları ve istekleri vardı, herkesin kendi öğrencilerini daha iyi yetiştirmek azmi vardı. Müfredatta gelişmeler, ölçme değerlendirme, eğitim teknikleri, akreditasyon gibi pek çok konu farklı salonlarda konuşuldu. Çalıştaylar, kurslar düzenlendi. Birçok ülke kendi deneyimlerini aktarma fırsatı buldu, yeni eğitim teknikleri uygulamalı olarak gösterildi. Tüm salonlar tıklım tıklımdı. Ortak bir hava vardı her yerde herkesin soluduğu: “Tıp eğitiminde yenilikler gereklidir. Klinik ve temel bilimler senkronize edilmelidir. Öğrenciyi merkez alan aktif öğrenme yöntemleri, kanıta dayalı uygulamalar, hasta ile erken karşılaşma mutlaka değerlendirilmelidir”.
Japonya’dan İsrail’e, Amerika’dan Portekiz’e kadar tüm ülkelerde eğitim teknikleri konuşuldu. Tabii her yeniliğin özgün değerlendirme yöntemi ve ölçme skalaları gündeme geldi. Görüldü ki her eğitim sisteminin kendine özgü sorunları var. Her ülkenin öğrencilerinin farklı kişisel ve psikososyal altyapıları mevcut. Hatta aynı ülkede, aynı fakülte ve aynı sınıf içinde de bu heterojenite sürüyor. Bütün bu yapı içinde öğrencilere az zamanda kullanılabilir ve gerekli bilgi, beceri ve tutumun kendi iç kültürünü yenilemiş, her anlamda değişime açık öğretim üyeleri tarafından verilmesi gerekiyor.
Oysa eğitmen aynı zamanda hastaya hizmet veriyor, araştırma yapıyor, asistanları ile ilgileniyor ve az zamanda iyi eğitim yapması için zorlanıyor. Öğrencilere yeterince zaman ayıramayan tıp fakültelerinden yetişen doktorlar sağlık sistemi hakkında yorum yapamıyor, özgüven kazanamıyor, iletişimde boşluklar yaşıyor, sanat ve felsefeden tümüyle kopuk olduğundan kendi yaşamını hekimliğin profesyonel ortamı içinde kurgulayamıyor.
Evet, tıp eğitimi zor. Eğiticilik daha da zor. Her ülkenin bir diğerinden öğreneceği çok şey var. Ancak her ülkenin özgün sağlık koşulları mevcut ve bu koşullara adapte olabilecek oldukça değişken bir altyapısı olan öğrenci kitlesi var. Yaşam boyu öğrenme ilkesinin yaşama geçirilmesi, koruyucu hekimliğin tüm olumsuzluklara rağmen gündemde tutulması, öğrenci duyarlılığının ve ilgisinin sağlanması için daha çok şey konuşulup tartışılacaktır. Yeter ki tüm tartışmalara ve eleştirilere açık olalım ve geribildirim avantajımızı çok iyi değerlendirelim.