Günümüzde tıp fakültelerindeki öğrenci sayısı artarken, öğretim üyesi sayısındaki artışın aynı paralelde olmadığı görülmektedir. Öğretim üyesi sayısındaki artışın öğrenci sayısındaki artışın gerisinde kalması doğrudan eğitim-öğretim niteliğindeki düşüşle paraleldir. 2008 yılı verileriyle tıp fakültelerinde kadrolu profesör sayısı toplam 4 bin 500 civarındayken, doçent sayısı 2 bin 500, yardımcı doçent sayısı 2 bin 650, öğretim görevlisi sayısı 350 ve uzman doktor sayısı 900 civarındadır. Kısacası ülkemizde yıllardır dile getirilen "yüksek öğretimde piramit modeli" en azından tıp fakültelerinde tam anlamıyla tersine dönmüştür. Özellikle doçent, yardımcı doçent ve öğretim görevlisi sayıları ve bu akademik kadroda çalışanların yıllara göre sayısal artışı yeterli düzeyde görünmemektedir. Tıp fakültelerinde öğretim görevlisi ve yardımcı doçent düzeyinde genç akademisyenlere gereksinim bu kadar somut olarak ortadayken acaba günümüz koşulları tıp fakültelerinde akademik kariyeri hâlâ çekici kılmakta mıdır? Tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayan ve akademik kariyer yapmak isteyen bir dâhili ya da cerrahi dal hekiminin yapacağı bu seçimin 2010 yılı koşullarında gerçekçi olup olmadığını kapsamlı olarak ele almakta yarar vardır.
Bugün yaklaşık 28-29 yaşlarında tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayan bir klinik dal uzman hekimi için üniversitede akademik kariyeri ne kadar isterse istesin, bu konuda ne kadar yetenekli olursa olsun, Sağlık Bakanlığı kadrosunda yapılmak üzere yaklaşık iki yıllık bir devlet hizmeti yükümlülüğü olacaktır. Yoğun hizmet yükü altında geçecek olan bu iki yıllık süreç sonunda hekimin akademik kariyer konusundaki düşüncelerinde değişiklik olma olasılığını göz ardı etmemek gereklidir. Hekimin akademik kariyer isteğinin ilk günkü gibi sürdüğünü varsaydığımızda, ilgili üniversitede boş bir kadro bulunması ve bu kadroya atanmak için belli sınavlardan geçilmesi gerekecektir. Bu uzman hekim belli dallarda akademik kariyer için gerekli olan üst dal ihtisası da yaparsa, yaklaşık iki yıl daha bir devlet hizmeti yükümlülüğü olacaktır. Tüm bu zorlukları aşarak akademik kadroya atandıktan sonra doçent olana dek diğer kamu ve özel kuruluşlarda çalışan meslektaşlarıyla kâğıt üzerinde aynı ve hatta daha fazla, ama üniversitelerin bugünkü döner sermayelerinin durumu göz önüne alındığında gerçek yaşamda yaklaşık iki misli düşük ücretle çalışacak, günlerce, aylarca uğraşarak bilimsel araştırma yapacak, giderek zorlaşan akademik yükseltme ölçütlerini yerine getirmek için yayın yapma peşinde koşacak, ana bilim dalının geceli gündüzlü yoğun klinik işleriyle uğraşacak ve bu arada kendini geliştirmek üzere yur tiçi ve yurt dışı eğitim etkinliklerine katılacaktır.
Derken, yoğun çalışma ve çaba sonunda yapılan sınavda başarılı bulunarak doçent olacaktır ve belki de olamayacaktır. Doçent olabilirse, yine diğer kurumlarda çalışan meslektaşlarına göre daha az kazançla çalışmayı göze alarak 5 yıl daha eğitim-öğretim ve araştırma yoluna kendini adayarak hak ettiği profesör ünvanını kazanacaktır. Ancak, bunca yıl uğraşıp tıp fakültesinde profesör olup tıp fakültesinde tam gün çalışmayı hâlâ yeğlerse, yaşamında en azından maddi açıdan büyük değişiklikler yine olamayacaktır.
Sonuçta bir genç tıp fakültesi öğretim üyesi adayı, akademik yaşamında en tepe noktaya ulaşmak için yaklaşık 10-15 yıl sürecek olan bu uğraşlarının sonunda elde edeceği manevi hazları bir kenara koyduğunda, yıllar boyu klinik ve bilimsel alanlarda yoğun stresler yaşayacağını, öğretim üyeliği yanında toplumun istisnasız tüm kesimlerinde pek de sevilmeyen hekimlik mesleğini de yapacağını, meslek yaşamında yalnızca öğrenciler, asistanlar ya da hastalarla değil, önümüzdeki yıllardan itibaren giderek artan bir şekilde hukuk ve sigorta sistemiyle de yüz yüze gelebileceğini, gördüğü eğitim ve ortaya koyacağı fiziksel ve beyin emeği ile doğru orantılı olmayan bir maddi kazanç elde edeceğini ve tıp fakültelerindeki eğitim, öğretim ve araştırma niteliğini artırmak için bir türlü dev adımların atılamayacağını düşünüyorsa, yaşamının bundan sonraki döneminde tıp fakültesinde akademik kariyer yapma konusunda çok da ısrarcı olmayabilir.