Dünya da sürekli bir değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır. Yaşanan değişim ve dönüşümlere uyum sağlama noktasında en önemli sorumluluk eğitim kurumlarına düşmektedir. Çünkü eğitim insanların yaşadığı toplumun gerekleri ile uyum içinde yaşamasına yardımcı olarak insanları hayata hazırlayan bir süreçtir. Üniversiteler, en üst seviyede eğitim verilen, araştırma yapılan, bilgi üretilen ve bireyi en iyi düzeyde hayata hazırlama görevini üstlenmiş kurumlardır. Bu niteliği ile mevcut değişim ve dönüşüm süreci içerisinde önemli bir yeri olması kaçınılmazdır. Peki 21. yüzyılın üniversiteleri nasıl olmalı? Herakleitos’un da dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimdir”. Dünya da ki değişim sürecini, mevcut üniversite yaş grubu kuşağını ve bizi nasıl bir geleceğin beklediğini keşfettiğimizde, sanırım bu sorunun yanıtını da bulmuş olacağız.
Dünya ve insanoğlu, 90’lı yılların sonunda dijital dünya kapılarının açılması ile beraber, bilinenin ötesinde, farklı iletişim şekilleri olan, internet üzerinden öğrenme, oynama, iletişim kurma ve farklı sosyal ortamları edinmeye imkan tanıyan farklı bir dünyaya dönüştü. Kabul etmek gerekir ki; bu yeni dünya düzeninde gözlerini açan çocuklar, ebeveynlerinden daha farklı yetişmeye, zihinlerini ve alışkanlıklarını daha farklı geliştirmeye eğilimli oldular. Tam tabir etmek gerekirse sabah gözlerini açar açmaz, sadece bir “tık” ile veya “google” layarak bilgiye kolay ulaşan bir nesil var karşımızda. Prensky 2003 yılında dijital medya araçlarına aşina olanlarla olmayanları “dijital yerliler” ve “dijital göçmenler” olarak ikiye ayırarak tanımladı. Dijital yerliler özellikle 1990 ve sonrası doğan nesilden oluşmakta ve “Millennials (bin yılın öğrencileri), Digital Natives (dijital yerliler), Net Generation (internet nesli), The Gamer Generation (oyun nesli) gibi isimlerle anılmaktadırlar. Dijital göçmenler ise dijital dünyanın içerisine doğmuş dijital yerliler gibi sanal gerçekliğe aşina olmayan, sonradan uyum sağlamaya çalışan bir nesildir. Üniversiteye başlayacak yaş grubunu düşünecek olursak, bir başka kavramı daha tanımlamamız gerekir ki, o da 2000 ve sonrası doğan ve Z kuşağı olarak adlandırılan, dijital yerlilerin en belirgin grubunu oluşturan kuşaktır.
Türkiye nüfusunun yaklaşık 25 milyonunu 19 yaş ve altı bireyler oluşturmaktadır. Akıllı telefon kullanma alışkanlıkları, sosyal medya kültürleri, hobileri, okuma alışkanlıkları, marka tercihleri, rol modelleri, meslek planları ve sorunlarla baş etme özellikleri farklı bir kuşaktır bu Z kuşağı. Teknolojiyi “kişisel ilgi veya eğlence, sosyal iletişim, günlük kullanım (bilgi depolama veya bilgiye erişim gibi), profesyonel çalışma ve üniversite /ders çalışması gibi farklı alanlarda kullanırlar. Bu özellikler nedeni ile çevrim içi ortamlarda öğrenmeye daha yatkın oldukları söylenebilir. Kendilerinden önceki kuşaklardan (BB, X ve Y kuşağı) farklı olarak bazı özelliklere sahiptirler. Bilgiye hızlı erişmek isterler. Metin yerine görsel ya da grafik tercih ederler, bir makaleyi ya da metni baştan sona okumak yerine kapsül halinde rastgele okumayı tercih ederler. Bilgiyi belirli bir sıra halinde değil rastgele öğrenirler. Örneğin bir ev aletinin nasıl çalıştığını öğrenmek için adım adım kullanma rehberini okumak yerine, önce kendi başlarına denemeyi ve anlamadığı kısımlarda rehberden destek almayı düşünürler. Ciddi çalışmalar yerine oyunları tercih ederler. Bilişsel yapıları sıralı değil paraleldir. Aynı anda birçok işi yapmak isterler. Keşfederek öğrenmek isterler. Yukarıda sıralanan özelliklere bakıldığında bilgiye erişimde, hız, görsellik ve eğlence ön plandadır. Hızlı bir şekilde veriye ulaşırken bunun görselliği zengin, mümkünse kısa, paket veriler halinde olmasını istemektedirler. Karşımızdaki kuşağın özelliklerini tanımladıktan sonra, gelecekte bu kuşağı bekleyen hayat ve bu hayata yetebilmek için hangi yetkinliklerin kazandırılması gerektiği ise eğitim kurumlarına düşen bir görevdir.
21. yüzyıl yetkinliklerini kazandırabilmek bu yüzyıl üniversitelerinin en önemli görevi olacaktır. 21. yüzyıl yetkinlikleri bazı temel başlıklarda toplanabilir. Bunlar; temel dersler ve disiplinler arası konularda ilişki kurabilme (küresel bilinç, ekonomi, finans, girişimcilik okur yazarlığı) öğrenme ve inovasyon yetkinlikleri (eleştirel düşünce, iletişim, yaratıcılık), bilgi, medya ve teknoloji yetkinlikleri (bilgi okur yazarlığı, medya okuryazarlığı, bilişim ve iletişim teknolojileri okuryazarlığı), yaşam ve kariyer yetkinlikleri (esneklik ve uyum sağlayabilirlik, insiyatif alma, özyönetim, otonomi, üretkenlik, hesap verebilirlik, liderlik ve sorumluluk)’dir. Özet olarak geleceğin yetkinlikleri, analitik, sosyal ve duygusal zekayı aynı anda kullanma yetisini sağlayabilmektir. Bu yetkinlikler için ilköğretimden başlayarak imkanlar oluşturabilirsek, üniversite çağına gelen kuşak daha verimli ve donanımlı bir şekilde hayata ve geleceğe hazırlanma yolunu tamamlayabilecektir.
Tüm bunları sağlayabilmek için Z kuşağı ile çalışan eğitmenlere gerçekten çok iş düşüyor. Eğitmenlerin özellikle Z kuşağından farklı (BB, X ve Y) kuşaklar olduğunu düşünecek olursak, sanırım onlarında öğrenci formuna dönüşerek kendilerini eğitmeleri oldukça önemli olacaktır. Eğitimi iyi kurgulayan, karşısındaki kuşağı iyi tanıyan, anlayan ve benimseyen, öğrencilere öğrenme çemberi oluşturmaları için fırsat tanıyan eğitmenlere ve eğitici kurumlara ihtiyacımız olacaktır. O halde bir an önce el birliği ile çalışmaya başlamanın zamanı geldi. Ne dersiniz ?
1 yorum
Sayın Hocam Elinize sağlık, genç kuşakların öğrenme ve yaşam tarzlarını anlamak sadece onlara ulaşmamızı değil, belki kendimize de geliştirmemizi sağlayacaktır. Konu ile ilgili eğitcinin eğitmi kapsamında öğretim üyelerine online ders verilmesi ya da paket ders programları hazırlanıp gönderilmesi, bizlerin de adaptasyonunu kolaylaştırabilir. Saygılarımla