Pamukkale Üniversitesi 30. Yılını 30 tema ile anlamlı bir şekilde kutluyor. Belirlenen temalar birer panel ile masaya yatırılıyor. Panellerin kimi üniversite içinde, kimi şehirle birlikte, kimi ulusal, kimi de uluslararası nitelikte. Son olarak çağımızın gençlik sorunları üzerine bir sempozyum düzenlendi. Protokol konuşmalarından sonra Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan Hoca açılış sunumunu yapmak üzere kürsüye geldi;
Hoca Sümerler’den günümüze gençlik sorunlarını, daha doğrusu yetişkinlerin gençlerden şikayetlerini ve serzenişlerini sıraladı. Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçiş süreci ve sancılarını; geleceği gençlere emanet etmek bakımından nasıl bir gençlik yetiştirilmeli tartışmaları eşliğinde, bu coğrafyanın bir asır önce gençliğe bakışını Tevfik Fikret, Mehmet Akif ikilisinin fikirlerinden ve yaşantısından dinledik. Tabii bunları anlatırken, yani gençlerle ilgili tarihi, kültürel, epistomolojik, psikolojik, sosyolojik tespitler yaparken zaman geldi geçti. Peki ne yapmalı? kısmına ancak süre ile ilgili uyarı geldikten sonra geçilebildi ki, hızlı geçilmek durumunda kalınan bu kısımdan aklımda pek birşey kalmadı.
Benim asıl gözlemim ve gelmek istediğim nokta ise bambaşka. Açılış sunumu ve ardından paneli için kürsüye gelen konuşmacıların yaş ortalamasının 50’nin üstünde olduğunu görünce şöyle düşünmeden edemedim. Bu sempozyumun, en azından bu panelin başlığı; “gençlik sorunlarının yetişkinlere yansıması” ya da “gençliğin neden olduğu yetişkin sorunları” olabilirmiş. Anlayacağınız gençlerin sorunlarını yetişkinler konuşuyor. Şöyle bir lise öğrencisi, sempozyum inanç eksenli olduğuna göre tercihen bir imam hatip öğrencisi; bir üniversite öğrencisi, tercihen bir ilahiyat öğrencisi çıksa konuşsa. Sorunları nedir, yetişkinlerden beklentileri nedir, din ve İslam hakkında ne düşünüyorlar, toplum ve yetişkinler bu düşünülen dünyayı ne kadar temsil ediyorlar, neresinde duruyorlar gibilerden dinlesek.
Tabii gençlerin konuşmaları, gençliğin de verdiği heyecan ve tecrübesizlik ile zülfiyare dokunabilir. Rahatsız edici olabilir. Bunu mezuniyet törenlerinde konuşan sınıf birincilerinin söylediklerine bakarak tahmin etmek zor değil. Ama ben de diyorum ki, üniversite demek bilim demek, bilim demek tartışma demek. Camilerdeki vaazlar hutbeler ne olması gerektiğini yeterince anlatıyor zaten. Arıcan hocadan devam edelim;
Hoca konuşmasında biz gençlerin aynasıyız dedi. Yani gençler bize baktıklarında kendilerini görürler dedi. Bu ifade doğru olmakla birlikte, asıl gençler bizim aynamız değil mi? Biz onlarda ne görüyorsak aslında kendimizi görüyoruz. Buna ister onların yaşındaki halimiz deyin; ister söylediklerimiz ile eylemlerimiz, hal ve tavırlarımız arasındaki uyumsuzluğun, gençlere aktarılmış halimiz deyin. Hakikaten merak ediyorum geçler bizde ne görüyorlar. Ebeveynde, öğretmende, hocada, kanaat önderlerinde, siyasilerde ne görüyorlar. Rol modelleri var mı? yakın çevrelerinde veya uzak ama kamuoyuna mal olmuş rol modeller.
Haksızlık etmek istemem, benim gözlemlerim açılış sunumu ve paneli ile sınırlı. Üç gün süren sempozyumun diğer oturumlarında gençlere de söz verilmiş olabilir. Ama bu durum bir mesaj verme kaygısının olması gerektiğini düşündüğüm, açılış töreninin anlamını tamamlar mı bilemiyorum. Sempozyumun kayda alınmış olması ayrı bir güzellik, mesela ben Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın’ın konuşmasını kayıttan izledim. Bu vesile ile gördüm ki, ne büyük değerlerimiz var insanımız ile buluşturamadığımız. Bu nedenle diyorum ki, sempozyumun düşünülmüş olması ve gerçekleşmiş olması üniversitem adına başlı başına bir tebrik ve takdir sebebidir.
Çeşitli fakültelerden öğrencilerin sempozyuma gönderilmesi ve yoklama alınması eleştiriliyor ya buna da birkaç cümle ile değinelim. Üniversite, lise gibi başı sonu belli bir eğitim kurumu ve programı değildir. Bilginin üretildiği ve paylaşıldığı bir kurumda, insanların meraklarına hitap eden toplantılara katılım fırsatlarının olması gerekir. Bu katılımı öğrenci kulüpleri vasıtası ile mükemmelen sağlayabiliriz diye düşünüyorum. Öğrenci kulüpleri aktivist öğrencilerden oluşur. Danışmanı olduğum Kızılay öğrenci kulübünden biliyorum. Kulüpte her fakülteden üç beş öğrenci bulunuyor; aralarında güzel bir iletişim hattı var; sosyal aktivitelere katılmaktan, insanlarla tanışmaktan hoşnut oluyorlar. Bu özelliklerini değerlendirmek lazım.
Marifet iltifata tabidir sözü gereği Rektörümüz Ahmet Kutluhan’ı tebrik ediyorum. Yapmadan eğrisi doğrusu bilinmez ve konuşulmaz. Bir sempozyum yapıldı ve bundan sonrası için bizlere de birkaç kelam söyleme fırsatı verilmiş oldu. Teşekkürler, başarılar…