Çocukların bayramıyla “Milletin Egemenliği” kavramını bir arada tutan önemli ve anlamlı bir gün 23 Nisan.
Çocuk bayramının en güzel yanı, insanların duygularını canlı tutan çocukların katılımıyla şekillendirilmesidir.
Hüzünlü yanı, Dünya çocuklarının misafir edilebildiği bayram ortamına, ilkokula bile gitmeye imkanı olmayan Türk çocuklarının katılamayışlarıdır. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen birinci Meclis gerçekten “Katılımcı demokrası”nin ilk işaretlerini vermişti. “Doğrudan demokrasi” anlayışını geliştirmek için milletin hazırlanması gerekirdi. Bunun için zamana ihtiyaç vardı. Aradan 82 yıl geçmiş olmasına karşın 2002 yılının 23 Nisan’ında, çocuklarımızın kendi bayramlarına katılımını tümüyle sağlayamadık.
Egemenliğin millete ait olduğunu temsil eden Büyük Millet Meclis’inde, bırakın doğrudan demokrasiye, katılımcı demokrasiye bile razı olmakta halen kararlılık gösteremiyoruz.
Çağ, çocuklarımızın sembolik değil gerçekten meclis sıralarını doldurduklarında, doğrudan demokrasiye hazırlanacak bir yapılanmaya girmemizi dayatıyor.
20 Mart 1923 tarihinde, Atatürk’ün Konya’da gençlere yaptığı konuşma, milletin egemenliğini temsil eden meclisin oluşabilmesi için hangi nitelikleri taşıyan yapılanmaya gidilmesi gerektiğini Cumhuriyeti ilan etmeden anlatmaktadır:
Cumhurbaşkanından “Köylü Mehmet Ağa”ya kadar yeniden hatırlanması ve üzerinde “Türkçe Lügat” kullanılarak anlaşılması gereken konuşma: “İslam alemi iki sınıf ayrı heyetlerden mürekkeptir. Biri ekseriyeti teşkil eden avam, diğeri ekalliyeti teşkil eden münevveran (aydınlar). Bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyeti azime başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında zıddiyeti tamme, muhalefeti tamme vardır. Münevveran, kitlei asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister; kitlei halk ve avam ise bu sınıfı münevvere tabi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıfı münevver telkinle, irşatla kitlei ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca, başka vasıtalara tevesül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre başlar; halkı istibdatta bulundurmağa kalkar. Artık burada asıl tahlili noktaya geldik. Halkı ne birinci usul ile ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeğe muvaffak olamadığımızı görüyoruz; neden?
Bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir intibak olmak lazımdır. Yani sınıfı münevverin halka telkin edeceği mefkureler, halkın ruhu ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri milletimizin umku ruhundan alınmış mefkureler midir?
Şüphesiz hayır. Münevverlerimizin içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat umumiyet itibariyle şu hatamız vardır ki, tetkikat ve tetebbüatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimiz ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.
Münevverlerimiz, milletimi en mes’ut millet yapayın der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapayım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer bir millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şeriat birini mes’ut ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terrakiyatından istifade edelim, lâkin unutmayalım ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.
Milletimizin tarihini, ruhunu, ananatını sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz. İtiraf edelim ki hâlâ ve hâlâ münevveranımızın gençleri arasında halka ve avama tetabuk muhakkak değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeğe başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeğe başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki tetabuku tevlid etmek lazımdır. Lakin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir.
Gençlerimiz ve münevverlerimiz ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi dimağlarında iyice takarrür ettirmeli, onları halk tarafından iyice kabili hazım ve kabili kabul bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır…
Bizim halkımız, çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, terakkiye çok kabileyitli bir halktır. Bu halk eğer bir defa muhatabının samimiyetle kendilerine hadim olduklarına kani olursa her türlü hareketi derhal kabule amadedir. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete emniyet bahşetmesi lazımdır.
Bunun için mefkurelerimizi vuzuhla ifade etmeliyiz. Onu iymanla duymalı ve onu çok sebatkarane takib etmeliyiz”… (*)
23 Nisan’larda Atatürk’ün evrensel yönünü yakalamalıyız ki “Milli mefküremiz”le çelişkiler oluşmasın. (*) Atatürk ve Devrimcilik: Bülent Ecevit