Ermeni Tehciri konusunda sayısız makale, kitap yayınlanmış ve toplantılar düzenlenmiştir. Her yıl 24 Nisan, başta ABD ve Fransa olmak üzere 31 ülke tarafından, resmen“ Ermeni Soykırımı” anma günü olarak kabul edilmiştir. Bu yıl da yıllardır olduğu gibi ABD ve Fransa Cumhurbaşkanları, TC. Devleti tarafından “1915 Ermeni Olayları” olarak anılan tarihi gerçeği soykırım olarak kabul ettiklerini tekrar deklare etmişlerdir. 20. Yüzyıl başlarında dünyadaki savaş ve toplumların çatışma ortamında meydan gelen ilgili konunun ayrıntısını tarihçilere ve arşivlere bırakalım. Ben bugün dolayısı ile aile büyüklerimden dinlediğim sözde Ermeni soykırımı sürecinde ailemin yaşadığı ve köyümüzde “Ermeni Mezalimi” olarak adlandırılan iki dramatik olayı ve toplumsal gerçeği anmak isterim.
Hem anne hem baba tarafımdan aile büyüklerim Kars’ın Selim İlçesine bağlı Karahamza köyünde yaşamaktadır, Ermeni olayları olduğu yıllarda. Rusya desteğinde Ermeni çeteleri, Kars kırsal kesiminde Müslüman Türklere yönelik yakıp yıkmalar, tecavüzler, soygunlar ve toplu kıyımlara yol açmaktadır. Anneannemin babası Şamil Dedem köyün ileri gelenlerinden ve toplum önderlerindendir. Ermeni çeteler bunu bildiklerinden halkın savunma direncini kırmak için onun yok edilmesi gerektiğini düşünürler. Şamil dedem bu nedenle tetiktedir. Ancak tek çocuğu olan anneannem Makbule Büyükanne mi tehlikeye atmamak içinde sessiz ve savunmadadır. Geceleri uykusuz beklemede geçmektedir. Yorgundur. Böyle huzursuz ve tetikte olduğu bir gece, günlerin uykusuzluğu ile anneannemi en güvenli gördüğü misafir odasında uyuttuktan sonra samanlığa bitişik küçük odada sızıp kalır. Gecenin sessizliğinden faydalanan Ermeni çetesi samanlığı ateşe verir, yorgun ve uykusuz Şamil dedem o sırada derin uykudadır. Samanlığın ateşe verildiğini fark etmez. Ta ki alevler onun yattığı odaya ulaşıp üzerindeki yorganı tutuşturuncaya kadar. Mevsim kış olduğu için alevlerin sıcaklığı başlangıçta hoş gelir kendisine ve diğer yanına döner uykusunda. Alevler giysilerini tutuşturduğunda uyanır korkuyla, ama korktuğu kendi canı değildir, anneannemi düşünür, hızla yataktan kalkıp odadan çıkmaya yeltenir. Ancak dört bir yanını saran alevlerden kaçması mümkün değildir. Oracıkta yanar ve küle döner. Anneannem ise penceresinden giren samanlık yangının aydınlığı ile uyanır ve atkısını başına sararak güvende olacağını düşündüğü bitişik komşuları, aile dostları bir Ermeni ailesine sığınır. Güveni boşa çıkmamıştır. Ermeni aile onu bağrına basar, korur ve büyütür. Sonraki yıllarda genç kız olan annem bu ailenin kadınlarından dikiş dikmeyi öğrenir. Bu yaşanan küçük olay dünya halkları arasında düşmanlık olmadığı, esas sorunun savaştan nemalanmak ve iktidarını sürdürmek çabasında olan yöneticilerde olduğunu göstermektedir. Anneannemden defalarca dinledim bu gerçek yaşam öyküsünü. Babası öldükten sonra gözyaşı hiç dinmez, ağlamadığı zamanlarda sürekli gözyaşları akardı. Bu nedenle gözyaşlarını sildiği bir mendili hep cebinde olurdu ve bize derdi ki “oğul (kız erkek fark etmez, tüm çocukları ve torunlarını oğul diye çağırırdı); babama ağlaya ağlaya göz pınarım bozuldu bu nedenle sürekli yaş akar gözlerimden.
Diğer bir elim olayı babam daha beşikte iken yaşar. Anlatıcı babaannem Miyase. Çocuklarının ve biz torunlarının “Ana” olarak çağırdığı. Ermeni çeteleri bir yandan köyleri yakıp yıkarken, yöre halkını canice öldürürken bir yandan da Rusya desteği ile Müslüman Türkler’i göçe zorlamaktadır. Ermeni Tehciri yılları. Tarih tam belli değil. Babaannem Miyase, dedem Emrullah ve kundakta ilk çocukları babam Fariz. Evlerinden sadece bir sandık içine yerleştirdikleri birkaç ufak eşya ile trene bindirilirler köyümüze yakın Yanlızçam İstasyonundan. Yola çıkarken çocuklarını bırakmaları söylenir, amaçları soy kırımdır. Ancak babaannem henüz kundakta olan ilk göz ağrısı bebeğini bırakmaz, başındaki atkı ile sarar ve trene binerler. Sarıkamış’ı geçtikten sonra eli silahlı askerler dipçiklerle insanları ve eşyaları dürterek, kompartmanları kontrol etmeye başlar. Dipçiğin ucu canını yakan, babaannemin atkısı ile kucağında sakladığı babam ağlamaya başlar. Zalim asker babamı hızla babaannemin kucağından çekerek alır ve o tarihlerde hızı oldukça yavaş olan trenin açık kapısından tren yolunun kenarındaki boş araziye fırlatır. Askerler uzaklaştıktan sonra dedeme çocuğu alıp gelmesini söyler babaannem, ama dedem “uzatma kadın, çocuk belki de ölmüştür, ölmese de bu vicdansızlar onu yine fark eder ve trenden atarlar” der ve inmez trenden. Analık içgüdüsü ile babaannem trenden atlar, çocuğuna koşar, babam hala yaşamaktadır, kaptığı gibi kucağına alır ve trene biner, babamı sandığın içine saklar, Sandığın tahtaları arasından hava girmektedir, bu nedenle boğulma tehlikesi yoktur. Babam bir daha hiç ağlamaz, askerler birkaç kez daha kontrole gelirler, sandığa bakmak akıllarına gelmediği içim babam, anne ve babası ile sağ salim gidecekleri yere varırlar. Olaylar yatıştıktan sonra köyümüze tekrar dönerler. Babamdan başka dördü erkek, üçü kız yedi çocukları daha ve onlardan elliye yakın torunları olur. Dedem altmışlı yaşını biraz geçerek kalp krizinden ölürken babaannem doksanlı yaşlara kadar yaşadı ve bu yaşanmış öyküyü çocukları ve biz torunları yaşlı gözlerle defalarca dinledik kendisinden. Çocukluk yıllarımda anneannemlere komşu Ermeni aile ve köyümüzün değirmenini çalıştıran Rus kökenli Malakan aile hala köyümüzde bizlerle birlikte barış içinde yaşamlarını sürdürmekteydiler…..