Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da, Samsun’a çıkışı ile başlayan Milli Kurtuluş Savaşı’mızın dönüm tarihi, Ankara’da Meclis’in açıldığı 23 Nisan 1920’dir. Bu tarih Cumhuriyet’e giden yoldaki en önemli aşamadır. Yüce Meclis, 2 Mayıs 1920’de 3 sayılı Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanun’u çıkararak, bu Kanun’un 1. maddesi ile içerisinde Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaletinin (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) de bulunduğu Bakanlar Kurulunu oluşturmuştur. İcra Vekilleri Heyeti Reisliğine (Başbakan) Mustafa Kemal getirilirken Dr. Adnan Bey de Ankara Hükümetinin ilk Sağlık Bakanı olmuştur. Sağlık Bakanlığı olarak Ankara Vilayet Konağı’nın bir odası kullanılmıştır. Bakanlığın kurulması ülkemiz sağlık hizmetlerinin ülkeyi yönetenlerin asli görevi olduğu bilincinin ortaya konulması açısından çok önemlidir.
Yeni Bakanlık üç kişi ile göreve başladığında, elde herhangi bir bilgi ve kayıt yoktu. Bu nedenle, öncelikle çalışan hekimlerin isimleri tespit edilmeye çalışılmış ve ayrıca çeşitli birimler kurularak eleman teminine gidilmiştir.
Kurtuluş Savaşı’mız tüm hızı ile devam etmektedir. Bugün globalleşme, mozaikleşme gibi renkli şeker görünümündeki birleşik güçlerin mazideki temsilcileri sahneye Yunan ordularını sürmüşlerdir. Bu nedenle Ankara’da Meclis de savaş meydanları kadar hareketlidir. Bu nedenle, bu dönemde Dr. Adnan Adıvar’ın yerine önce Dr. Refik Saydam, daha sonra Dr. Rıza Nur Sağlık Bakanlığı görevine getirilmişlerdir. Bu dönemde tek amaç cephede yaralanan gazilerimizin yaralarının sarılıp, iyileştirilmesidir. Çabalar bu yönde yoğunlaştırılmıştır.
Mustafa Kemal, 1 Mart 1922 tarihinde Meclis’in 3. toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada, 1920 senesinde 260 olan hekim sayısının 312 ye yükseltildiğini belirttikten sonra, sağlık ve sosyal yardım hususunda takip edilen hedefi; milletimizin sıhhatinin korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun arttırılması, toplumsal ve bulaşıcı hastalıkların tesirsiz hale getirilmesi ve bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya kabiliyetli sağlam bir bedene sahip olarak yetiştirilmesi şeklinde açıklamıştır.
Sonunda Türk Milleti’nin bağımsızlık inancı galip gelmiş, Türk yurdunda çeşitli hastalık etkeni fırsatçı mikroorganizmalarca meydana getirilmiş ölümcül cerahat, 9 Eylül 1922 tarihinde sıkılarak boşaltılmış ve yurdumuz bu cerahatten yararlanmaya çalışan asalaklardan temizlenmiştir.
29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet’le Türk Yurdu, her açıdan yeni bir döneme girmektedir. Türk insanı yeni bir mücadeleye başlamaktadır. Hedef, Ebedi Şef’in gösterdiği muasır medeniyetlerin üzerine çıkmaktır. Hedefe varmak için en gerçek yol gösterici ise bilimdir. Cumhuriyet’le birlikte her alanda başlayan çaba sağlık alanını da etkilemiştir.
Cumhuriyet’in ilanı ile Mustafa Kemal Cumhurbaşkanlığına seçilirken, Dr. Refik Saydam da Sağlık Bakanlığına getirilmiştir. Savaştan çıkmış 1923 yılları Anadolu’sunda sakat ve yaşlı insanların yanı sıra sıtma, frengi, trahom, verem, cüzam nedeni ile insanlar perişan durumdaydı. 1923 Türkiye’sinin Devlet yöneticileri 2007 Türkiye’sindeki yöneticilerin aksine, özel, bireyci ve tedavi edici sağlık hizmeti anlayışının yerine kamusal, topluma yönelik koruyucu tıp anlayışını benimsemiştir.
1925 yılında tertip edilen 1. Milli Türk Tıp Kongresi, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkenin sağlık sorunlarının belirlenmesi ve sorunlara yönelik mücadelenin ilk cumhuriyet hükümetinden itibaren devlet politikası olarak algılanıp devlet programına alındığını, sağlıklı insanın memleketin savunması kadar ekonomik ve sosyal hayat için de gerekli olduğunun ortaya konulması yönünden önemli bir etkinlik olmuştur.
Devletin temel görüşleri doğrultusunda bireyci ve tedavi edici sağlık hizmeti anlayışının yerine topluma yönelik koruyucu tıp anlayışı temel amaç ve hedef olarak belirlenmiştir. Türk hekimi halk kitleleri arasında sağlığın korunmasına yönelik her türlü çabayı göstermekle yükümlü kılınmıştır. Bu yükümlülükle hekimlerin, şehirlerden kasabalara ve özellikle köylere kadar çalışmalarını yayarak bizzat köylü ile ilişki kurması onları uygarlık, sağlık ve toplumsal hayatla ilgili her türlü gelişmeden haber etmesi sağlanmıştır.
Aslında bu düşünce, toplumun aydın kesiminin halkla bütünleşmesi diğer bir ifade ile toplumu yönlendirecek aydın kesimin bilgi ve görgüsünü, ihtiyacı olanlara aktarması ve böylece bilgi toplumu haline geçebilmenin hızlandırılması anlamındadır.
Sorunların çözümlenmesi amacı ile ülkemizin her köşesinde öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerini yürütmek amacı ile sağlık personeli yetiştirilmesi için sağlıkla ilgili okullar açılmaya başlanmıştır. 21 Şubat 1925’de Kızılay Hemşire Okulu kurulmuştur. 1928 yılında çıkarılan bir kanunla Hıfzıssıhha Mektebi kurulmasına karar verilerek mektep fiilen 2 Kasım 1936 yılında açılmıştır. Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da kısa sürede, fazla masraf yapmadan ve yara almadan, hedefe daha fazla yanaşabilmek adına çağdaş dünyanın edindiği bilimsel bilgi ve tecrübeden yararlanma yoluna gidilmiştir.
Bu dönemde sağlık politikalarının uygulanabilirliğini sağlamak ve işin hukuksal boyutunu oluşturmak için sağlıkla ilgili, günümüze kadar yürürlükte kalmış, zamanına göre çağın çok ilerisinde, tek kelime ile mükemmel kanunlar çıkarılmıştır. Kanunların çıkarılmasında toplumsal ihtiyaçların giderilmesine öncelik verilirken, diğer yandan da toplumu, çağdaş yaşama en hızlı şekilde ulaştırmak hedeflemiştir.
1925’de Trahomla Savaş Kanunu çıkarılarak binlerce kişinin kör olmasına neden olan trahomla mücadeleye başlanmıştır. Atatürk’ün talimatları doğrultusunda aynı yıl Sıtma Savaşı Kanunu çıkarılmıştır. 14 Nisan 1928 yılında, ülkemiz tababeti için çok önemli olan 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun, 6 Mayıs 1930 tarihinde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılmıştır.
Atatürk döneminde, ilim ve fennin kılavuzluğunda kurulan Cumhuriyet’in, Anayasa’da belirtilen niteliklerine uygun olarak, varlığını sürdürebilmesine yönelik, iç ve dış tehditlerin akıl almaz nitelikte ve nicelikte olması, sağlık harcamalarına ayrılan payın düşük kalmasına neden olmuştur. Ancak ayrılan pay, çok akılcı kullanılarak sivrisineklerin öldürülmesinden ziyade bataklığın kurutulması için kullanılmıştır. Ayrıca, amaçlanan her hedefin gerçekleştirilmesinde en önemli yatırım olan eğitime ve kültüre olan yatırım da uzun vadede sağlığa yapılan bir harcama niteliğine dönüşebilmiştir.
Ülkemiz sağlık hizmetleriyle ilgili bugünkü sorunların çözümlenmesinde, terk edilen düşüncelerin yeniden değerlendirilmesinin gerekliliğini bir kez daha vurgulamak isterim.