4 Ekim Hayvanları Koruma Günü. Birkaç gün sonra mesajlar verilecek, nutuklar atılacak. Hayvanların ne kadar önemli olduğundan söz edecek büyüklerimiz. Modern barınaklardan, çıkarılacak çağdaş yasalardan bahsedilecek. Sonra her şey unutulacak. Hayvanlar kaderleri ile baş başa bırakılacak yine… Bu dünyada bizim kadar yaşama hakkına sahipken, onlar, hunharların, barbarların, işkencecilerin, nemelazımcıların, doğayı ve insanı sevmeyen birtakım yaratıkların keyfiyetine bırakılacak.
Oysa, bu konu tarihte insan haklarıyla eş zamanlı olarak ele alınmış, irdelenmiş ve kanunlarla hayvanların hakları korunmaya çalışılmıştır. Hayvan sevenler ilk kez İngiltere’de 1822 yılında biraraya gelerek, hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını ve hayvanların daha iyi koşullarda beslenmelerini sağlamak amacıyla Hayvanları Koruma Birliği’ni kurmuşlardır. Bu hareket daha sonra tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Yurdumuzda Hayvanları Koruma Derneğinin 1908 yılında kurulmasıyla, sistemli ve düzenli olarak hayvan sorunlarıyla ilgilenilmiş, dernekler kurulmuş, insanlar, yıllardır hayvanlara karşı yapılan haksızlıklardan hayvanları korumak istemişlerdir. Sonuçta aynı amaçlı dernekler birleşerek Hollanda Lahey’de Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu’nu oluşturmuşlardır. 1931 yılında toplanan bu kuruluş 4 Ekim’i Hayvanları Koruma Günü ilan etmiştir. Bu tarihin seçilmesinin sebebi, aynı günün aslında Aziz Fransua bayramı olmasıdır. Tanrı’nın bu sevgili kulu, tüm Hristiyan dünyası tarafından ‘Hayvanların koruyucu ve şefaatçi azizi (patron saint)’ olarak biliniyor. Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi ise, Paris’te UNESCO Sarayında 15 Ekim 1978 tarihinde törenle ilan edilmiştir.
Ama bunlar yetmez bence. Bu bildirge eğitim müfredatlarında yaygın olarak işlenmelidir. Camilerde vaazlar sırasında anlatılmalıdır. Tıp öğrencilerine biyolojik denge başlığı altında hayvan sevgisi verilmeye çalışılmalıdır. Şefkat ve merhamet duyguları keskinleştirilmeli, hayvanlara yapılan her türlü kötü muamele kabahatler kapsamından çıkarılarak suçlar kapsamına alınmalıdır. Son günlerde hayvanlara karşı yapılan şiddet, tecavüz, öldürme olayları sürekli artmaktadır.
Avrupa’da Japon balıkları bile fanus akvaryumda tutulamıyor körleştikleri gerekçesiyle. Hatta, fanusta Japon balığı tutmak suç ve bu suç da ceza kapsamında.
Ülkemizde ise halen bu konu kabahat olarak kabul ediliyor. Yani sokağa tükürürseniz bir para ödüyorsunuz. Bir hayvanı da işkence ile öldürseniz, hatta 50 hayvanı canlı canlı kesseniz yine para cezası alıyorsunuz.
Oysa gelişmiş memleketlerde bunun cezası paraya çevrilemeyen uzun süreli hapis cezaları. Bu cezalar işkence hali mevcutsa asgari 3 sene hapisten başlıyor.
Hiç unutulmamalı ki, hayvan sevmeyen insan sevemez. Erdemli insan olmak hayvanları sevmekle başlar. Çünkü adına 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü düzenlenen Aziz Fransua der ki:
Tanrım, beni kendi barışın için, araç olarak kullan.
Nefret olan yerde, ben seveyim.
Hakaret edildiğinde, affedeyim.
Karanlığın hâkim olduğu yerde, sevgi ateşini yakayım.
Ruhsal acıların olduğu yere, sevinç getireyim.
Tanrım, teselli bulabilmek için değil verebilmek için uğraşayım.
Ve hayvanların o naif seslerini duyabileyim.