Eğitim, okumayı bilen fakat okumaya değer olan ile olmayanı ayırt edemeyen büyük bir nüfus üretti.
George Macaulay Trevelyan
[1876-1962; İngiliz Tarihçi]
Bazen eski yazılarımıza tekrar dönmek gerekiyor. Daha önce bu köşede yayınlanan “Plansız Aileler” başlıklı yazımda, insan hakları ve modern sosyoloji ışığında aile planlamasının “herkesin arzu ettiği ve bakabileceği kadar çocuk sahibi olması” olarak anlaşılması gerektiği, dolayısıyla da maddi ve manevi olarak yetersiz olduğu halde fazla çocuk sahibi olmak kadar, maddi ve manevi olarak yetebilecekleri halde çocuk sahibi olmamanın veya az çocuk sahibi olmanın da bir ‘sorumsuzluk örneği’ olarak görüleceğini söylemiştim. Yine aynı yazıda “Dünyada nüfusu az olduğu için zengin olmuş bir ülke olmadığı gibi, fakirleşmesinin tek sebebi nüfusunun fazlalığı olan bir ülke de yoktur. Yoksulluğun sebebi eğitimsizlik, tembellik, ahlaksızlık ve kötü idareciler olduğu gibi, varlıklı olmanın yolu da eğitim, çalışma, dürüst bir hayat ile iyi idareciler tarafından yönetilmekten geçer.” demiştim.
Fakat geçen haftalarda Medimagazin’de yayınlanan bir yazı bu konuya tekrar dönmemi gerektirdi. Çünkü yazıda çok ciddi tespit hataları ve yanlış çıkarımlar mevcuttu. Yazıda, Devlet İstatistik Enstitüsünün en son açıkladığı veriler ışığında ülke nüfusunun 70 milyon olduğu ve tahminlere göre 2040 yıllarında da nüfusumuzun 100 milyon olacağından bahisle karanlık ve karamsar bir tablo çizilerek, çok çocuk sahibi olanlar ve buna karşı tedbir almayan yöneticiler eleştirilmişti.
1957-1975 yılları arasında ilk-orta ve yüksek öğrenimini yapan muhterem hocamıza göre; “Eğitim açısından geriye dönüp baktığımızda hemen hemen her şey daha kötü ve nüfus artışı bu hızla giderse çökmüş olan eğitim sistemi sonrasında sallanan sağlık sistemi de, daha doğrusu tüm sosyal güvenlik sistemleri de kesinlikle bundan etkilenecek ve çökecek.” Şüphesiz bu tespite katılmak mümkün değil. 2000’lerin Türkiye’sini –işin nostaljik yanı bir tarafa- hiçbir alanda 60’ların ve 70’lerin karanlık günleri ile kıyaslamak mümkün değildir. Bir ülkenin refahını belirleyen, nüfusundan ziyade nüfus yoğunluğu ve kişi başına düşen milli gelirdir. Bilindiği üzere, her ne kadar ülkemiz nüfusu son yıllarda artsa da henüz pek çok ‘zengin’ ülkenin nüfus yoğunluğuna ulaşamadığı gibi, kişi başına düşen milli gelirimiz de son yıllarda sürekli artmaktadır. Dolayısıyla, eğitim ve sağlık sisteminin çökmesinin nüfus ile değil, kötü yönetimlerle ilgisi vardır. Merak edenler için belirtmek isterim; Türkiye nüfus yoğunluğu açısından 93/km2 ile dünyadaki 240 ülke arasında 107. sırada. Üst sıralarda kimler mi var? Avusturya (98/km2), AB (112/km2), İsviçre (176/km2), Almanya (232/km2), İngiltere (246/km2), Japonya (339/km2), Belçika (341/km2), Hollanda (392/km2) ve Singapur (6369/km2). Şimdi anlaşıldı mı, neden “Hedef 100 milyon” dediğim.
Avrupa Birliği bizi almaktan neden çekiniyor? “Türkiye’yi sindiremeyiz!” diyor. Herhalde bizi yemeyi düşünmüyorlar. Sindiremedikleri bizim genç ve kalabalık nüfusumuz. Her ne kadar hocamız, “Şu anki nüfusumuzun %50’si 28, %40’ı ise 20 yaş altı. Sağlıklı beslenmeye, hastalıklardan korunmaya, kaliteli bir ‘E⁄İTİM’e ve tabii ki iş ve aş bulmaya en çok ihtiyacı olan bu kesim…” diyerek bütün sosyoloji ve ekonomi bilimini altüst eden yaklaşımı ile genç nüfusu bir dezavantaj gibi gösterse de, herkesin malumu olduğu üzere Türkiye şu anda dünyanın imrendiği bir nüfus profiline sahip. Yeter ki bu ‘potansiyeli’ iyi değerlendirecek yöneticiler varlıklarını sürdürmeye devam etsinler.
Değerli hocamız bir başka tespit ve sualini de şu şekilde dile getirmiş: “Ne bundan önce devleti yönetenler ne de şimdiki yöneticilerimiz, hiçbiri ‘İleride sıkıntı yaşamak istemiyorsak nüfusumuzu kontrol etmeliyiz’ demiyor. ‘Rızkını Allah verir sözü doğru değildir. Öyle olsa idi dünyada fakir ülke olmazdı. Sefalet olmazdı’ diyemiyor. Lütfen bir düşünün bu gerçeği bu ülkeyi yönetenlerden hiç duydunuz mu? Hayır. Aksine Sayın Sağlık Bakanımız sayı sınırlaması önermeden bakabileceğiniz kadar çocuk yapın diyor.” Malumunuz, Komünizm ile yönetilen Çin dışında dünyada hiçbir ülke yok ki halkının çocuk sayısına sınırlama getirsin. Çin’in bu yaklaşımı da (One child policy) şiddetle eleştiriliyor. Bildiğim kadarıyla Sayın Bakanın 5 çocuğu var. Hepsi de iyi şartlarda yetişmiş ve yetişmeye devam ediyor. Yani Sayın Bakan dediği gibi yapmış ve ‘bakabileceği kadar’ çocuk sahibi olmuş. “Sayın Hocamızın kaç çocuğu var ve bakabileceği çocuk sayısı gerçekten sadece bu kadar mıydı?” diye sormayacağım, çünkü bu son derece kişisel bir tercih. Ancak kimse de kimsenin kişisel tercihlerine laf etmeyecek. “Rızkını Allah verir sözü doğru değildir, öyle olsaydı dünyada fakir ülke olmazdı.” söylemine gelecek olursak. Hocamız kendi itikadı gereği buna inanır veya inanmaz, ama Allah’a inananlar rızkı da, sağlığı da, hayatı da, ölümü de ve daha birçok şeyi de verenin Allah olduğuna inanır. Ama bu, çalışmasan da aç kalmamayı, -20 derecede t-shirt ile gezsen de hastalanmamayı, Boğaz Köprüsü’nden atlasan da ölmemeyi veya 4. kattan düşsen de ölmeyi –ve de bunların tam olarak aksini- garantilemez. Yani hocamızın, en azından bugün için ülkeyi yönetenlerden “Rızkını Allah verir sözü doğru değildir.” demesini beklemeleri beyhude. Kaldı ki rızık fertler içindir, ülkeler için değil. Dolayısıyla cümle “…öyle olsaydı dünyada fakir insan olmazdı.” şeklinde kurulsaydı en azından mantıken doğru olurdu.
Kısacası, devlet ve ‘mürekkep yalamış’ aydınlar vatandaşın çocuğunu saymayı bırakıp sahip oldukları gücü ve bilgiyi ülkeyi daha zengin ve müreffeh hale getirmek için çabalamalı. Bugün pek çok gelişmiş Batı ülkesi zamanında kendilerine anlatılan “doğum kontrolü” masalına inandı ve bugün teknolojisi ve altyapısı olan fakat bunu işletmek için insan gücü olmayan “yaşlılar yurduna” döndü. Nasılsa bizim ülkenin eğitimli, iyi kazanan ve sosyal imkânları yerinde olan insanları üremiyorlar -veya yeterince üremiyorlar-. Bu gidişle bizim de “yaşlılar yurduna” dönmemiz mukadder. Bırakalım da, muhterem hocamızın deyimiyle, “sağlıklı beslenme ile karın doyurmanın farkını anlayamayan, eğitim ve öğrenimin önemini kavrayamamış, her şeyi devletten bekleyen nüfus” üresin. Belki onların sayesinde Türkiye, bazılarının olmasını istediği gibi, geniş ve bereketli bu topraklarda bir avuç insan olarak kalmaz.
70 milyon geride kaldı, hedef 100 milyon. Ha gayret…