‘İnsan olmak’ insanın varoluşsal mücadelesinde en başat hedeftir. İnsan iyi, doğru ve gerçekçi olma ilkeleriyle yaşamına ve yaşantılara anlam katarak kendini gerçekleştirir ya da kendini aşar. Bu süreçte insanın kadın cinsi doğumdan ölüme kadar erkek cinsine göre dezavantajlı bir konumda tutularak zorlanır da zorlanır… Bu zorlanmaların her 8 Mart’ta katlanarak arttığını duymaktan ve izlemekten kurdeşen oluyorum.
Son bir yıl içinde gelişen ve insanlarımızın “Reality Show” gibi izledikleri ;
Aile ya da mahalle baskıları ile linç edilen kadın haberleriyle,
Tacize, tecavüze ve aile içi şiddete uğrayan, öldürülen kadın haberleriyle,
Sosyal medyada konu mankeni ya da vitrin süsü olarak soyundurulan, büründürülen kadın görselleriyle,
Kadın sorunları üzerine yapılan araştırmaların tartışıldığı, ama önerilerin bir türlü hayata geçirilemediği programlarla,
Ekonomide, sosyal ve siyasi yaşamda cam tavan sendromu yaşayan kadın verileriyle kurdeşenim yine azdı!!!
Ayrıca siyasetçilerin, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın her 8 Mart gününde insanın kadın cinsinden nemalanmalarından da artık bana gına geldi!
Sonuç olarak, dünyada ve ülkemizde insanın kadın cinsi en kırılgan grubu oluşturuyor. Bu kırılganlık yoksul, eğitimsiz, teokratik ve otoriter toplumlarda yaşayan kadınlarda daha fazla oluyor. Afet, savaş ve göç yaşayan toplumlardaki kadınlarda nasırlaşmış bu sorunlar, daha da artıyor.
Bu yerli ve cinsiyetçi alerjimin antihistaminiği, İstanbul Sözleşmesi’ni hayata geçirerek kadına yönelik her türlü şiddetin önlendiği, kadının sağlık, eğitim ve ekonomik sorunlarının çözüldüğü haberler ve gelişmeler olacaktır…
1 yorum
Kalemine sağlık arkadaşım