(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 8)
Ve sonunda Süreyyapaşa Hastanesi D (Cerrahi) Blok da yıkıldı.
Hastane yerleşkesinin ilk binası olarak yetmiş yıla yakın hizmet verdikten sonra A Blok gibi tarihe karıştı.
D Bloğu ilk kez, 2002’de Avrupa Göğüs Cerrahisi Derneği’nin İstanbul’da yapılan kongresi sırasındaki bir kurs sırasında görmüş ve ameliyata bile girmiştim [1]. Bostancı’da misafiri olduğum bir arkadaşım, E5 üzerindeki duraktan beni Başıbüyük belediye otobüsüne bindirmiş ve hastane durağında inmiştim. D Bloğun yola bakan araç girişinin sol tarafındaki Havuzbaşı denilen yerde durup da içinde bulunduğu ormana ve karşıdaki Marmara Denizi’ndeki Adalar’a bakıp “Aman Allah’ım, ne güzel bir yer burası” dediğimi bugünkü gibi hatırlıyorum.
O zamanlar nerden bilirdim, üç yıl sonra Van Tıp’dan ayrılıp da buralara geleceğimi, nasip kısmet işte.
Kaderin garip bir cilvesi olsa gerek, dile kolay (gönüle zor) bundan tam 15 yıl önce 22 Kasım 2005 tarihinde Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği (SGCK)’ne son ve 4. Klinik Şefi olarak başlamıştım.
İlk iki yıl, 3. ve 4. Cerrahi Şeflik olarak yataklı servislerimiz C Blok 1. katta idi. Henüz yeni boşaltılıp kapatılmış olan Heybeliada Sanatoryumu’ndan nakil olan cerrahi ekiple birlikte çalıştıktan sonra, bilahare bütün cerrahi servisler D Blokta toplanmıştı.
D Bloğun bundan sonraki hikâyesine geçmeden evvel birer paragrafla da olsa hastane arazisi üzerindeki diğer binalardan da bahsetmek istiyorum.
Merhum Süreyya İlmen Paşa, Narlıdere Çiftliği’ni 1950 yılında yaklaşık 1800 dönüm arazisi ve müştemilatı ile SSK’ya “İşçi Sanatoryumu” olması için vakfetmiş.
Bu hafta yıkımı tamamlanan D Bloğun olduğu ve Havuzbaşı (ki gerçekten orada Paşa’nın kullandığı bir havuz hâlâ vardır) denilen yerde (ki o zamanlar adı D Blok değildi) tek katlı ve yirmi yataklı bir bina, ağırlıklı verem hastalarının tedavi edildiği ilk bina olarak 1951 yılında hizmete girmiş.
Hastanenin B Bloğu hizasında-yakınında, orman içinde harem ve selamlık olmak üzere bir zamanlar Süreyya Paşa ve ailesinin ikamet ettiği iki adet ahşap köşk varmış. Bu iki bina vakfedildikten sonra restore edilerek harem köşkü yataklı servis, selamlık köşkü de idare binası olarak 1952’de hizmete sokulmuş. Maalesef bu iki bina geçen zaman içinde birçok kez tekrar restorasyon için harekete geçilmiş olmasına rağmen artık neredeyse tamamen yıkılmış ve onarılamaz hale gelmiştir, metruk ve harabe vaziyette durmaktadır.
Daha sonra A Bloğun yapımına başlanmış ve 1957’de hizmete açılmış. 40 yıl kadar faaliyet gösterdikten sonra 1996 yılı sonunda binadaki sorunlar gerekçe gösterilerek boşaltılmış, onarım-güçlendirme çalışmaları başlatılmış, ancak 1999 Adapazarı depremi sonrası hasar görmesi nedeniyle durdurulmuş, 20 yıl metruk vaziyette kaldıktan sonra Ekim 2017’de yıktırılmıştır.
1970’li yıllarda yapılıp faaliyete geçen B ve C Bloklarına, A bloktaki Göğüs Hastalıkları ve diğer servisler geçerken, Havuzbaşı’nın yanındaki ilk binanın üstüne çıkılan ikinci katın bitmesi ile de A Bloktaki Cerrahi Servis 1996 yılında buraya taşınmış (D Blok adını bu taşınma sonrası almıştır). O tarihten sonra sadece cerrahi birimlerin bulunduğu D Blok, zaman içinde Göğüs ve Kalp Damar Cerrahisi Kliniği’nden, Göğüs Cerrahisi Kliniği’ne dönüşmüş. Kliniğin ilk şefi olan Dr. Ali Atasalihi’nin Süreyyapaşa’ya başladığı 1990 yılı esas alınırsa, SGCK 30. Yılını doldurmuş durumdadır [2-5].
D Blok hikâyesine kaldığımız yerden devam edelim. D Blok ve SGCK’nde hayat bu minval üzere sürüp giderken, 2011 yılı başlarında dönemin başhekimi (müteveffa) tarafından, Sağlık Bakanlığı’ndan görevliler çağırılıp binanın özellikle yıllar içinde yıpranmış belli kısımları gezdirilip gösterilmişti. Ayrıca hastane binaları içinde o zamanlar başhekimlik binası ve şimdilerde İl sağlık müdürlüğü ek hizmet binası (bir ara anadolu güney kamu hastaneleri birliği genel sekreterliği binası da oldu) olan bina dahil B ve C Bloklarına yaptırılmayan deprem analizi sadece D Bloğa yaptırılmıştı.
Cerrahi Bloktan sorumlu olan Başhekim Yardımcısı (istemediğim halde ısrarlı ricası üzerine kabul etmiştim) olarak, bütün bunlarla ne yapmaya çalışıldığını sorduğumda da, “binadaki sorunlardan dolayı (muhtemelen A Blok hikâyesinden esinlenmişti) D Bloğu boşaltıp SGCK’ni bu yakada Maltepe Devlet Hastanesi’ne ya da karşı yakada Halkalı’daki Mehmet Akif Ersoy Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne taşımayı düşündüğünü söyledi. “Olmaz öyle şey” deyince de “sen endişe etme, senin yerin (odan) Başhekim Yardımcısı olarak burada (Başhekimlik binasında) hazır, döner sermayeni alır, oturur, keyfine bakarsın” deyince “ben bunu asla kabul etmem, ben SGCK’nin şefiyim ve bir cerrahım. SGCK giderse benim de burada bulunmamın bir anlamı kalmaz, tıpkı ordusuz komutan gibi, hem bu hastane bir dal hastanesi, iki ana klinik branştan oluşur, biri olmazsa diğeri uzun süre ayakta kalamaz, tıpkı bir kuşun iki kanadı gibi, uçamaz, böyle bir adım hastanenin kapanmasına kadar gider” dedim. Dinlemedi, dinletemedim ve muhtemelen Bakanlıktan gelmesini beklediği, yaptırdığı ve sonucunu şifahen öğrendiği deprem analiz raporuna güveniyordu. Bu rapora istinaden yazılan “D Bloğun acilen boşaltıp yıktırılması” yazısının bir an önce eline ulaşması için de canhıraş bir şekilde uğraştığını çok sonradan öğrenmiştim. Böyle bir raporun ve yazının olduğunu SGCK’nde ben dahil hiç kimse bilmiyordu ya da böyle bir çılgınlık yapabileceğine inanmak istemiyordum. Bir hafta sonu SGCK yoğun bakımda vizit yaparken, bana telefon edip “SGCK’ne hasta yatırılmaması ve ameliyatların derhal durdurulması” talimatını verdi. Kızdım ve reddettim, emri uygulamayacağımı söyledim. “Yakında görürsünüz” dedi.
Kul, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar plan yaparsa yapsın, istediği kadar tedbir alsın en sonunda Allah takdir etmedikçe o iş olmazmış, O dilemedikçe yaprak bile düşmezmiş. Aynen vâki oldu. O dört gözle SGCK’nin (epey sonra anladım ki özellikle benim) defterini dürmek için Ankara’dan gelecek yazıyı sabırsızlıkla bekleyedursun, beklemediği bir anda, başhekimlik görevinden açığa alındı ve apar topar gidiverdi [Çekirge(yani D Blok)’nin 1. Sıçrayışı].
Onun dört gözle beklediği yazı Başhekimliğe atanmamdan iki hafta sonra gelip masama konuverdi. İlginç bir tesadüf de yazının Bakanlıktan yazılış tarihi tam da başhekimliğe atandığım tarih idi (24.06.2011). Eğer iki hafta daha Başhekimlik görevinde kalsa idi, muhtemelen amacına ulaşacak ve D Blok (dolayısı ile SGCK) işi o zaman (9 yıl önce) bitecek, hemen boşaltılıp hızla yıktırılacaktı.
Daha yeni başhekim atanmışım, konu hakkında ne dahlim (sorumluluğum) ve ne de doğru dürüst bilgim vardı ama Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü, herhangi bir somut çözüm önerisi bile sunmadan yerine getirmemin mümkün olmadığı bir emri içeren o yazıyı gönderiverdiler. Ne yapacağımı bil-e-mediğimden ve de geri dönülmez bir hataya sebebiyet vermemek için yazıyı bir kenara koydum. Ne yapmam gerektiği konusunda İl Sağlık Müdürü ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarına konuyu iletip ‘sadra şifâ’ bir cevap alamayınca, üç ay sonraki bir “hastane başhekimleri bilgilendirme” toplantısında dönemin Sağlık Bakanı’na konuyu arz ettim, ilgileneceğini belirtti. O toplantıda diğer başhekimlerle sorunu konuşurken, “binaya bir şey olması durumunda üst mercilerin ve mahkemenin beni sorumlu tutacağını, ‘günah keçisi’ olabileceğimi” söylediklerinde endişelenip korkmadım dersem yalan olur.
Döner dönmez, yazılı ve hukuki anlamda benim için tehlike oluşturan bu yazıya cevaben “D bloğun ne zaman, nasıl boşaltılacağının belirtilmesini, malzemelerin nereye taşınacağını ve en önemlisi hastalarımızın ve çalışanlarımızın akıbetinin ne olacağı hususunun açık ve ayrıntılı bir şekilde acilen bildirilmesini” içeren bir yazı hazırladım ve yazıyı tabir-i caizse kucağıma bırakılmış bu ateş topunu gönderen merciye tekrar iade ettim. Kendimi sağlama aldım, bir oh çekip rahatladım, yoluma devam ettim, bundan sonrasını artık onlar düşünsündü.
Yazımın cevabı tam bir yıl sonra geldi. İl Sağlık Müdürlüğünün yazısı “Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna görüş sorulmuş olup, cevap alındığı takdirde tarafınıza bilgi verilecektir” şeklinde idi.
Bu süre zarfında Kamu-Özel Ortaklığı olsun, Şehir Hastanesi olsun, yeni bir Genel Hastane ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi projesi olsun, D Bloğu B Bloğun içine taşıma olsun çok sayıda fikir ve proje havada uçuştu ama somut bir çözüm üretilemedi.
Konu, “Sağlık Bakanlığı’nın Yeniden Yapılandırılması” sonrası kurulan Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na bağlı Genel Sekreterlikler kurulduktan sonra belki çözüme kavuşur diye düşünmüştüm. Fakat çözüme kavuşturulmak şöyle dursun, iyice işin içinden çıkılmaz bir hâl aldı. Başhekimlik dönemim boyunca şahsımı yıpratmak ve zor duruma düşürmek için “demoklesin kılıcı” misali önceki başhekim tarafından kullanılan D Blok konusu [6], hastanenin bağlı bulunduğu Genel Sekreterliğin etik dışı ve olumsuz yaklaşımı ile benim “başhekimliğe veda” etmemle sonuçlanan bir sürece girdi [7].
Bu sıkıntılı ve zorlu süreçte D Blokla ilgili yapabildiğim son şey, son bir gayretle uğraşıp didinip Mart 2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü’nden “hizmetin aksamasına mahal verilmemesi için yeni hastane yapılıncaya kadar D Bloktaki hizmet birimlerinin Süreyyapaşa arazisi içinde uygun bir mahalde prefabrik hafif çelik konstrüksiyon binada karşılanması ve bunun için proje çalışmalarına başlanılması, hastanenin diğer blokları için de zemin etüdü ve deprem analizi yaptırılması” yazısını çıkarttırmak oldu. İlgili müdürlükteki yetkiliyi o kadar çok aradım ve çıkan yazıdaki gibi bir çözüm üretilmesi noktasında o kadar ısrarcı oldum ki, “hocam, alt tarafı bir bina için neden bu kadar endişeleniyorsunuz ki” deyince “ama o bina, sadece bir bina değil bizim ikinci evimiz” deyince şaşırmıştı. Yazı çıkınca da sağ olsun ilk önce beni arayıp müjdeyi vermişti [Çekirgenin 2. Sıçrayışı].
İstifamla sonuçlanan bu süreçte en çok aldığım şey kapalı sarı zarflar idi. Kaç incelemeci ve soruşturmacıya sözlü ve yazılı ifade verdiğimi hatırlamıyorum bile, vaktimin çoğu sayfalar dolusu savunma yazmakla, belge hazırlamakla geçer olmuştu. Hatta bu inceleme ve soruşturmalar, genel sekreterliğin talebi üzerine gelen Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Sağlık Başdenetçisi’nin yaptığı inceleme ve soruşturma sonucu iki kınama alıp (ki sonradan itirazım üzerine İl Disiplin Kurulunca iptal edildi), üçüncüye fırsat vermemek için istifa etmemden sonra bile sürdü. Başhekimliğe veda etmiştim etmesine de, sıkıntı ve sorunlar bana bir türlü veda etmedi. Zira sessiz sedasız istifa etme yerine “Başhekimliğe Veda” mektubu yazarak bu süreçte olup biteni zikretmem ve az da olsa eleştiri yapmam hoş karşılanmadı, mazur görülmedi, anlayış gösterilmedi [7].
D blokla ilgili kağıt üzerinde bir çözüm üretilmişti ama bu çözüm ilerleyen zaman içinde birçok kişinin konuya el atıp uğraşmasına rağmen bir türlü gerçekleşme şansı bulamadı.
Dört yıl önce yine yağmurlu bir ekim günü eski deprem analiz raporu ileri sürülüp “durun, ne oluyor, bir düşünelim ne yapacağımızı, bir strateji belirleyelim, öyle hareket edelim” demeye kalmadan, apar topar D Bloktaki yataklı servisler B Bloğa taşınmıştı.
Ertesi gün yapılan toplantıda “bari ameliyathane ve yoğun bakım hizmetleri devam etsin, bu arada bir çözüm üretilsin” teklifim kabul görmüş, sonrasında da bu şekilde iki yıl daha devam edilmişti. On yıl sonra, sanki hastaneye ilk geldiğim zamanlara geri dönmüştüm (deja vu). O zaman yataklı servisler C’de, ameliyathane ve yoğun bakım D’de olduğu için C’den D’ye hekimler ve hastalar gidip gelirken, şimdi de B’den D’ye gelip gidiyorduk. Ama şimdi durum daha vahim ve umutsuz idi [Çekirgenin 3. ve Son Sıçrayışı].
D Bloğun her iki giriş kapısının karşısına, C Blok girişine ve arkasındaki alana “yeni cerrahi blok pek yakında yeni yerinde hizmete girecek” yazılı tabelalar dikilmiş ve iki yıl öylece kalmıştı. Zaman içinde onca söze ve uğraşıya rağmen yeni çelik konstrüksiyon cerrahi blok projesi, yine kağıt üzerinde kalmaya devam etmiş, bir türlü pratiğe aktarılamamış ve en sonunda da tozlu raflardaki yerini aldı.
Ve iki yıl önce yine bir rüzgarlı ve yağmurlu aralık günü çatının uçup binanın yağmur aldığı gerekçesi ile bu sefer tümüyle alelacele boşaltılmış ve bir devlet hastanesi olan Sultanbeyli’nin 6. katına taşınılmıştı [Çekirge Yoğun Bakımda].
O günden bugüne kadar da bir tabela dikilmesini bırakın hastane sitesi dahil hiçbir yerde bu durum kamuoyuna duyurulmamış, personelin çektiği sıkıntılar bir yana, hasta ve hasta yakınlarının mağduriyetleri sürüp gitmiş, hiçbiri bir türlü gerçekleşmeyen vaat, söz ve söylentiler ortalıkta gezinmiştir.
Nihayet D Blok, söküm işleminin ardından geçen hafta yıkıldı, yerle yeksan oldu [Çekirge Öldü].
Başkalarını bilmem ama D Blok yüzünden Başhekimliğe atandığım günden beri, olan bana oldu. Çekmediğim sıkıntı, eza ve cefa kalmadı, halen de sonuçlarıyla uğraşıp duruyorum. Genel Sekreterlik Yönetimleri ve bazı Hastane Yöneticileri ile papaz olduğum gibi birtakım mahfillerde ismim “muhalif, uyumsuz ve geçimsiz biri”ne çıktı. Keşke D Blok boşaltılmasa ve yıkılmasa, çözüm üretilip yeni bir cerrahi blok ya da genel hastane yapılsa idi, bütün çektiklerimi unutur, kötü adam olmayı da dert etmezdim.
Binalar, bloklar yapılır, yıkılır, daha yenisi, daha iyisi, depreme dayanıklısı yapılabilir fakat benim açımdan asıl üzücü ve hüzünlü olanı, bütün bu olup bitenlerden, yaşananlardan sonra artık benim gönlümün kırılması, Süreyyapaşa ve SGCK ile gönül bağımın kopmasıdır.
Başhekimlik dönemimdeki yazılarımda ve veda mektubumda “Süreyyapaşa Ailesi” ifadesini sıkça kullanmıştım. Kadir kıymetimin bilinmemesi bir yana aradan geçen zaman zarfında ve özellikle son yıllarda o kadar çok şey yaşadım, o kadar çok gadre ve mağduriyete uğradım ki, artık bu ifademin gerçeği yansıtmadığını, benim temennim, zannım olduğunu düşünüyorum.
Ve yine “ikinci evim” olarak görüp uğruna her türlü eza ve cefayı göze aldığım Süreyyapaşa ve SGCK’nin sadece mesai saatlerinde vazifemi yapmak durumunda olduğum herhangi bir devlet kurumu olduğunu anladım.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği bir söz vardır. Bu sözden mülhem (ilham alarak) Süreyyapaşa Cerrahi Blok mücadelesi de tabir-i caizse bir nevi muharebe idi. “Hatt-ı (Cerrahi Bloğu) müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır (Süreyyapaşa’dır)”.
O savaş (Sakarya) kazanılmıştı. Fakat ne yazık ki, Cerrahi Bloğun boşaltılıp Sultanbeyli Devlet Hastanesi’ne taşındığı gün, bu mücadele çoktan kaybedilmişti. Bu gidişin dönüşü olmayacağını zaten biliyordum, en baştan beri de söylemiştim.
Belki de benimkisi Cervantes’in meşhur romanı Don Kişot’ta olduğu gibi çoğu zaman yalnız ve umutsuz bir vaziyette yel değirmenleri ile bir savaş idi. Belki bir umut diye, kaybedeceğini bile bile, beyhude ve nafile bir çaba idi. Ve artık yorgan gitti (D Blok yıkıldı) ve kavga bitti (konu kapandı).
Belki de bu durum mukadderdi, kaçınılmazdı, normaldi. Her canlı gibi binaların ve kurumların da bir eceli (ömrü) vardı. D Bloğun akıbeti A Bloktan farklı olmadı. İyi yönünden bakarsak en azından A Blok kadar sürümcemede, metruk vaziyette kalmadı.
A ve D Bloklarının boşaltılıp yıkılmasından sonra Süreyyapaşa Hastanesi’nin kapanmasına bir adım daha yaklaşılmış oldu. D Blok yıkılsa da SGCK sorunu çözülemediği gibi tam bir açmaz ve çıkmaz vaziyette orta yerde duruyor. Ve ayrıca D Blok gibi hastaneye en son ilave edilen eski meslek hastalıkları hastanesini saymaz isek, B ve C Blokları da eski ve sorunlarla malûl durumdadır. Üstelik Süreyyapaşa arazisi vakıf olma yönünden hukuken davalı ve tartışmalı olma durumundan da hâlâ bir türlü kurtulabilmiş değildir.
Süreyyapaşa (ve SGCK)’ya bildiğim, gücüm yettiğince elimden gelen her şeyi yaptım, bir şeyler kattım ve elbette Süreyyapaşa (ve SGCK) da bana çok şey kazandırdı, kattı. Süreyyapaşa (ve SGCK)’ya karşı sevgi ve sorumluluk hissetmemden ve de duygusal yanım biraz ağır bastığından dolayı bazen tepkilerimde elbette ifrata kaçmış olabilirim. Bu uzun ve zorlu süreçte incindim, kırıldım ve istemeden de olsa birilerini kırdım, incittim. Bu son mektup vesilesiyle incittiğim, kırdığım ve haksızlık ettiklerim varsa özür ve helâllik diliyorum.
Yapmam gerektiğini düşündüğüm ve yaptığım her şeyi, asla ve kat’a mihnet duyulsun, takdir edilsin, hatır gönül için filan değil sadece ve sadece D Bloğu, SGCK’yı (ve tabii ki Süreyyapaşa’yı) muhafaza edebilmek, bir arada tutabilmek ve mümkünse kesin bir çözüm üretebilmek için yaptım, bundan dolayı vicdanen müsterihim. Geriye elimde sadece “galip sayılır bu yolda mağlup olan” avuntusu ve tesellisi kaldı.
D Blok eski, yıpranmış, sorunlu ve depreme dayanıksız bir bina filan olsa da benim gözümde sempatik, şirin ve sevimli idi. Zira ormanın içinde, şehrin gürültüsünden uzak, sessiz ve yeşil bir vaha idi. Ne kadar çalışsanız, yorulsanız da çam ağaçlarının hışırtısını duyar, papağanlar dahil çeşit çeşit kuşların ötüşlerini dinler, huzur ve sükunete erişir, dinlenirdiniz. İstanbul gibi bir metropolde işe yürüyerek gelip giden nadir ve şanslı insanlardan biriydim. Odamdan, ameliyathaneden bile ormanı görmek, sıkıldığınızda ormanda yürüyüşe çıkmak ve çayınızı-kahvenizi alıp da havuzbaşından denizi, adaları görerek yudumlamak bir ayrıcalıktı. Hele eski başhekimlik lojmanı ise ormanın içinde adeta bir saklı bahçe idi.
Belki de Heybeliada gibi Süreyyapaşa Hastanesinin ve diğer Göğüs Hastanelerinin (Sanatoryumların) miyadı doldu, son kullanım tarihleri geçti, kuruluş gayeleri ve işlevleri tamamlandı. Fiziki, tıbbi, bilimsel, idari ve mali açılardan sürdürülebilirlikleri kalmadı. Acizane kanaatim hepsinin zamanla kapanıp bir genel hastane çatısı altına girmeleri ve entegre olmalarıdır, ki vakit geldi de geçiyor bile.
Her köşesinde ve özellikle toplantı salonunda acı tatlı bin bir hatıram olan D Blok, hafızamdaki anılarda ve arşivimdeki resimlerde çoktan yerini aldı. Bu yazım biraz uzun ve masalvari oldu biliyorum ama bu D Blok ardından bir vefa ve veda mektubu, bir son mektup.
Sanatçı merhum Yıldırım Gürses’in o güzel ve hüzünlü şarkısından esinlenerek bu yazının adını “son mektup” koydum. “Anlayın artık anlayın beni, Unutalım bütün geçenleri, Üzülsek de artık geri gelmez giden günler geri, Bu son mektup koparacak yıllar süren sevgimizi, Son mektubu yazarken ben saadetler diliyorum”.
Son mektubumu masal geleneğine bağlı kalarak her şeye rağmen yine de mutlu ve umutlu bitirmek istiyorum. Bildiğiniz gibi masallardaki gökten düşen elma, mutluluğu, iyiliği, hayrı sembolize eder.
Bir varmış, bir yokmuş.
Bir zamanlar bir D Blok varmış.
Gökten üç elma düştü, biri Süreyyapaşalılar’ın, biri tüm Sanatoryumluların ve üçüncüsü de bu yazıyı okuyanların başına.
KAYNAKLAR
- https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2020/06/
- https://sureyyapasaeah.saglik.gov.tr/TR,147699/gogus-cerrahisi.html
- Türk Göğüs Hastalıkları Tarihi, Editör: Muzaffer Metintaş, Türk Toraks Derneği, Aves Yay., 2012, İstanbul, Sayfalar 129-30 & 365-9
- SSK Süreyyapaşa Göğüs Kalp ve Damar Hastalıkları Eğitim Hatanesi 50. Yıl – 1951-2001, Doç. Dr. Mustafa Zengin, 207 Sayfa
- SGCK tarihçesini hazırlarken verdiği değerli bilgilerden dolayı emekli SGCK kurucu şefi Op. Dr. Ali Atasalihi hocama ve ayrıca Süreyyapaşa Hastanesi ile bilgisine başvurduğum emekli Göğüs Hastalıkları klinik şefi Doç. Dr. Hatice Türker ablama teşekkürü bir borç bilirim.
- https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sureyyapasa-hastanesinin-kendisi-hastanelik-370272
- https://www.memurlar.net/haber/391274/bashekim-istifaya-goturen-sureci-kaleme-aldi.html
7 yorum
“SON MEKTUP” YAZISI HAKKINDA KISA BİR DEĞERLENDİRME
Hekimlik hayatıma dair bazı anılarımı paylaştığım yazı dizisi içinde “son mektup” adıyla, artık yerinde yeller esen ve içinde yıllarca görev yaptığım, binbir anım olan Süreyyapaşa Hastanesi Cerrahi (D) Blok’la ilgili bazı anılarımı, duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istemiştim. Yaptığım artık ölmüş ve cenazesi kaldırılmış birinin ardından bir veda, bir vefa ve belki bir yerde “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna varilmiş bir cevap niteliğinde yaptı. Son görevimi yapmanın gönül huzuru içindeyim. Yaşarken kıymetini bildim, kıymet verdim, üzerime düşeni belki de fazlasıyla yaptım.
Yazı yerini buldu, amacına ulaştı, teveccüh oldukça fazla oldu, 1500’ün üzerinde kişiye ulaştı. Yazıya yorum yapılmadı, fakat gerek şifahen gerekse sosyal medya aracılığı ile 20’ye yakın tebrik ve üzüntülerini ileten kişi oldu. Ne yalan söyleyeyim, daha fazla ses, daha fazla yankı beklerdim. Bu sonuç benim Süreyyapaşa konusunda ümitsizliğim ve karamsarlığımı bir defa daha pekiştirdi.
Medimagazin dergisi ‘son mektup’tan hareketle konuyu sayfalarına taşıdı. İlgi ve duyarlılıklarından dolayı teşekkür ediyorum. https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-sureyyapasa-hastanesi-kapanmaya-dogru-mu-gidiyor-11-681-92528.html
Bu habere yanıt Süreyyapaşa Hastanesi yönetiminden gelmekte gecikmedi.
https://sureyyapasaeah.saglik.gov.tr/TR,493252/kamuoyu-bilgilendirme.html
Sağolsunlar, bu sayede kamuoyu olarak konu hakkında bilgilendik. Böylece ilk defa Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nin Süreyyapaşa arazisi içinde değil de Sultanbeyli Devlet Hastanesi 6. katta hizmete devam ettiği duyurulmuş oldu, kamuoyu bilgilendi. Ayrıca ‘son mektup’ta üzülerek aksini iddia etsem de zaman içinde dahi olsa Süreyyapaşa Hastanesi’nin kapatılmayacağını hatta 1700 yataklı bir hastane projesi olduğunu da öğrenmiş olduk. Haydi hayırlısı diyelim. Bakalım Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.
Duygulandığım ve iyi ki yazdığınızı düşündüğüm bir yazı olmuş. D Blokla birlikte yazınızdaki duygular da artık hissedilmez oluyor.
Süreyyapaşa Hastanesi’nin halihazırda kullanılan, hizmet veren ve ayrıca metruk&yıkılmış binalarını, arazisini, ormanı ve çevresinin en yeni, güncel çekim ve dron görüntülerini alttaki linkten izleyebilirsiniz
https://www.youtube.com/watch?v=DRXc6qJ_2k0&t=37s
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
SÜREYYAPAŞA HASTANESİ TARİH OLMAK ÜZERE
4 yılı aşkın bir zaman önce Cerrahi (D) Blok tümüyle boşaltılıp Sultanbeyli Hastanesine taşınınca bu gidişin dönüşü olmayacağını biliyordum. O günden bugüne herkese bu görüşümü söyledim ve zaman beni haklı çıkardı. Yine o zaman cerrahi kliniğin ayrılışı ile Süreyyapaşa’nın kapanma sürecinin hızlanacağını söyledim. Fakat araya pandemi girince bu ileri bir tarihe kaldı. Deprem bu süreci tetikledi ve hızlandırdı. Ve dün yani 03 Mart Cuma günü B ve C Blokların da boşaltılıp bir kısmının Sultanbeyli, diğer kısmının da Pendik Marmara Hastanesine taşınma kararı alındı. Eski meslek hastalıkları hastanesi yani ek binaya da bazı bölümlerin (verem gibi) taşınacağı göz önüne alınırsa Süreyyapaşa üç parçalı bir hastane haline gelecek. Cerrahi kliniğin yıllardır uzakta bir hastanede olması tuhaflığına bir de bu parçalı yapı garipliği eklenecek, bütünlük hepten bozulacak. Ve aynı Cerrahi klinikte olduğu gibi giden bir daha geri dönemeyecek. Kağıt üzerinde tek hastane gibi gözüken Süreyyapaşa ilerleyen zaman içinde tarihe karışacak. Hayli zamandır tarihi misyonunu tamamlamış, miyadı dolmuştu. Bu son durumun, olması gerekli ve kaçınılmaz olduğunu “Son Mektup” yazımda ve “Benim Yolum” kitabımda belirtmiştim. Dal hastaneleri ve özellikle Sanatoryumlar ömrünü her açıdan tamamladı. Devam etmeleri için bir gerekçe kalmadı. Kapatılmaları ve genel bir hastaneye entegre olmaları kaçınılmazdır. Heybeliada 2005’de kapatılıp Süreyyapaşa’ya nakledilmişti. Ankara Atatürk Sanatoryumu, geçen yıl Keçiören Hastanesi ile entegre oldu. İstanbul Yedikule ve İzmir Dr. Suat Seren Sanatoryumları sıralarını bekliyor.
K. Maraş merkezli deprem sonrası Süreyyapaşa Hastanesi B ve C Bloklarla ilgili de boşaltma ve taşıma kararı çıktı. Bu son gelişmeleri ve çözüm önerilerini ele aldığım yazımı ilgili ve meraklısına sunmak isterim.
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/04/sureyyapasa-nasil-kurtulur.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html