Arapça bir kelime olan “dua”, “deâ-yedû” fiilinden türemiş bir isimdir. Kelime olarak dua etmek, birinden yardım istemek, birini bir şeye sevk etmek, teşvik etmek, birini çağırmak ve benzeri anlamlara gelmektedir. Dini terim olarak “dua”, kulun bütün benliğiyle Yüce Allah’a yönelerek ondan istek ve dilekte bulunmasıdır. Bir bakıma dua, sınırlı, sonlu ve âciz olan kulun, sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi on Yüce Allah ile kurduğu bir köprüdür. Dua, insanın vicdani duygularla Allah’ı tanımaya ve O’na ulaşmaya çalışmasıdır. Onun için duanın temelinde Allah’a inanma ve güvenme vardır.[1]
“Dua” kelimesi, türevleri ile birlikte Kur’ân’da 212 yerde geçmektedir.[2] Bundan da anlaşıldığı gibi, Kur’ân’da duaya geniş yer verilmiştir. Kur’ân’da, birçok peygamberin dua ve niyazlarına yer verilmektedir. Bundan da anlaşıldığı gibi, her insan dara düştüğü zaman, üstün kabul ettiği bir güçten yardım dilemek için dua etmekte, o üstün kabul ettiği güce yalvarmaktadır. Bu psikolojik yapı, insanlığın başından bu yana insanlar arasında yaşanmaktadır. Dolayısı ile her inanç sisteminde dua vardır. Aşağıdaki ayetlerde, Allah’ın varlığını en iyi anlayan, O’nun kudretini en etkili bir şekilde hisseden ve dile getirenlerin âlimler olduğu ifade edilmektedir:
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, akıl sahipleri için deliller/ibretler vardır. O akıl sahipleri ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar, gökler ile yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmış değilsin. Sen, her türlü eksikliklerden uzaksın. Bizi ateşin azabından koru’ derler.”[3]
Kur’ân-ı Kerîm’de haber verildiği gibi, insan psikolojik açıdan çaresizlik içerisinde kalınca, duaya başvurmaktadır. Fakat Allah onu içerisinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardıktan bir süre sonra, eskide olduğu gibi dua etmeyi terk eder. Bu husus bir ayette şöyle haber verilmektedir:
وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِداً أَوْ قَآئِماً فَلَمَّا كَشَفْنَاعَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
“İnsan darda kaldığı zaman, her hâlükârda/yan yatarken, otururken, ayaktayken bize yalvarıp durur. Biz onun o sıkıntısını kendisinden giderdiğimiz zaman, sanki kendisine dokunmuş bir zorluk nedeni ile bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider. İşte aşırı gidenlere, yapmakta oldukları şeyler böyle güzel gösterilmiştir.”[4]
Aşağıdaki ayette de Allah’ın kullara yakın olduğu, dua edenin duasına Allah tarafından cevap verileceği haber verilmektedir:
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“Benim kullarım beni sana sordukları zaman, muhakkak ki ben onlara yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse benim çağrıma cevap versinler ve bana inanıp güvensinler ki doğru yolu bulabilsinler.”[5] Ayrıca bir hadîs-i kudsîde, insanların Allah’a karşı ilgi ve sevgi göstermelerinin, duada bulunmalarının fazlasıyla karşılık bulacağı haber verilmiştir.[6] Hz. Muhammed’in dua ile ilgili söylemiş olduğu daha çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerden bazılarının meali şöyledir:
“Dua ibadetin beyni/özüdür.”[7]
“Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.”[8] Ona göre ihlas ve samimiyetle dua etmek gerekir ki, Yüce Allah dualarımızı kabul etsin. İnanarak samimiyetle dua ettiğimiz zaman, Yüce Allah dualarımızı kabul buyurmaktadır. Bazen dilediğimiz şeyi vermektedir. Bazen duamızı kabul eder ama dilediğimizi değil, başka bir nimeti vermektedir. Bazen duamızı kabul eder, fakat dilediğimiz şey yerine, hata ve günahlarımızı bağışlar. Bazen de duamızı kabul eder, ona göre amel defterimize hayır kaydeder. Ama mutlaka, dualarımızın kabul edileceğine inanarak meşru ölçüler dâhilinde hayırlı dualarda bulunmalıyız.
Duada Allah’ın birliğini dile getirme, O’nu övgüyle anma, O’ndan af ve merhamet dileme ve O’ndan dünyevî nimetler isteme gibi duygular ortaya konmaktadır. Muhammed İkbal’e (ö 1357/1938) göre dua ve ibadet, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyakın ifadesidir. Tabiatı ilmî olarak araştırmak bizi “mutlak hakikat” ile temas haline getirmektedir. Bu da bir bakıma dua ve ibadettir. Ancak dua ve ibadet bu zihnî faaliyet için zorunlu bir tamamlayıcı olarak kabul edilmelidir.[9]
Kur’ân-ı Kerim’in özeti ve girişi durumunda olan Fatiha suresinde,
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” diye haber verildiği gibi dua ederken, sadece Allah’tan dilekte bulunmak gerekir. Çünkü O’ndan büyük yok ve O, her şeyin üstündedir. Aslında namaz da, bir bakıma dua durumundadır.
Kendimiz için, çocuklarımız için, anne babamız, sevdiklerimiz için ve özellikle mazlumlar için dua etmeliyiz. Çünkü dua, ibadetin özü, mayası ve kul ile Allah arasında en sağlam köprüdür. İçtenlikle samimi bir şekilde yapılan dua, insanı Allah’a yaklaştırır, Allah ile aralarındaki pürüzleri kaldırır ve insanı Allah sevgisine ulaşma mutluluğuna eriştirir. Dua ve yalvarış, insanın Allah’a olan inancının sosyal hayatına yansımasıdır. İnsan kendi aczini idrak edince, Yüce Allah’a yalvarıp dua etmeye başlar. Her konuda, önce bize düşen görevleri fiili olarak yerine getirmemiz, ondan sonra o işin hayırla neticelenmesi için dua ve niyazda bulunmamız gerekmektedir.
Tüm insanların barışı, huzuru, saadeti, hidayeti ve mutluluğu için hayırlı dualar ile!..
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Halil b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhîdî, “deâ”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 204; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “deâ”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, XIV, 294 vd.
[2] Muhammed Fuad Abdulbaki, “deâ”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 257 vd.
[3] Alu İmrân 3/190, 191.
[4] Yûnus 10/12.
[5] el-Bakara 2/186.
[6] Müslim, tevbe, 1; Tirmizî, daʿavât, 132.
[7] Tirmizî, da’avât, 1.
[8] Tirmizî, daʿavât, 69; Nesâî, istiʿâẕe, 13.
[9] Muhammed İkbal, İslâm’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü (trc. Sofi Huri), İstanbul 1964, s. 105 vd.
1 yorum
Ahmet yaşar yalçın adında bir arkadaşımız, meylime şöyle bir mesaj göndermiştir: “Hocam duanın özü nedir? Dua edince karşılık bulabiliyor muyuz? Değilse niye ediyoruz? Gençler bu anlamıyla dua etmekten kaçınıyorlar.”
Dua, insanın kendisinden üstün gördüğü bir güce yönelmesi ve dara düşünce ondan yardım dilemesidir. İnancımıza göre, biz fiili görevimizi yerine getirdikten sonra, işlerimizin hayırla sonuçlanması için Allah’tan yardım dilememizdir. Duanın özü, insani görevlerimizi yerine getirdikten sonra, dileklerimizi Allah’a arz etmemizdir. İnancımıza göre samimi bir şekilde Allah’a inanan bir insan, Allah’tan hayırlı dilekte bulunduğu zaman, Allah onun dileğini er veya geç kabul eder. Duanın sonucu, değişik şekillerde sonuçlana bilir. Allah duada istemiş olduğumuz şeyi vere bilir, onun dışında hayırlı bir şeyi vere bilir, duamızın neticesinde bizde bir şerri def edebilir veya o duaya karşılık amel defterimize hayır yaza bilir.
Duamızın kabul edileceğini umarak, buna inanarak dua ediyoruz.
Allah’a samimiyetle inanan insan, O’na dua etmekten kaçınmaz.
Selam, saygı ve hürmetler.