Bir önceki yazımda, “Tıp fakültelerinin öncelikli tercih edilmesinin elbette asli ve tâli birçok sebepleri olsa da, kanaatimce en önde gelen sebebi, üniversite mezunları arasındaki gün geçtikçe artan işsizlik dikkate alındığında, hala iş bulma garantisi olan tek meslek olmasıdır.” demiştim(1). Bu yazımda, bu konuyu biraz daha etraflıca ele almayı düşünüyorum.
Bu arada 2020 Tıp Fakültesi taban puanları ve başarı sıralamaları açıklandı. Tıp Fakültesi tercih sıralamasında en ön sıralardaki yerini muhafaza etmekte olup KKTC’deki tıp fakülteleri hariç yerleşen adaylar ilk 50 bin’in içinde yer almıştır. Sağlık Bilimleri Üniversitesinin Milli Savunma Bakanlığı adına aldığı öğrenciler hariç, devlet üniversitelerine ait tıp fakültelerine giren öğrenciler ilk 20 binin içinde yer almıştır (2).
Yazıya başlık olarak seçtiğim soruyu, 38 yıl önce üniversite tercihlerini yaparken ben de kendime sormuştum. Tek bir cevap değil de çoklu nedenler vardı. O yıllarda da çalışkan ve sınavda yüksek puan alan başarılı öğrencilerin en başta tıp fakültesini tercih etmeleri, öteden beri bilinen ve saygın bir meslek olması, iş garantili olması, maddi getirisinin iyi olması, ailemde, sülalemde, mahalle ve köyümde doktor birinin olmaması, doktor olunduğunda kendimin, ailemin ve çevremdeki insanların sağlık problemlerini halletme noktasında avantajlı olmak ve o yıllarda tek kanallı televizyonda gösterilen doktorlukla ilgili dizi ve filmlerden etkilenmem bu nedenler arasında sayılabilir.
Meslek hayatımın 33. senesine girdiğim bugünlerde o günkü tercihimden dolayı bugün onca sıkıntı ve zorluğa rağmen pişman değilim; bilebildiğim, becerebildiğim ve gücüm yettiğince bu mesleği dürüst, onurlu ve hakkını vererek yapmaya çalıştığım kanısındayım. Ve artık yavaş yavaş da olsa bir ucundan mesleki hatıralarımı da yazmaya çalışıyorum. Bu arada, benden önce bu mesleğe atılmış ve anılarını yazmış hekimlerin kitaplarını da okuyorum. Onlardan biri olan ve halihazırda okumakta olduğum bir kitapta söyleşiyi yapan kişi, doktor hanıma tam da benim sorduğum soruyu soruyor. İlkokul birinci sınıftan Tıbbiye’nin (İstanbul Çapa) sonuna kadar hep okul birincisi olan doktor hanımın karar vermesinde, eve gelen profesör doktorun “tavsiye etmem, dert mesleğidir” demesine rağmen “ebeveynlerinin insanlara hizmet eden bir iş olsun isteği, baba tavsiyesi” daha etkili olmuş, verdiği karardan dolayı da memnun olmuş, pişman olmamış (3).
Bu yıl yayınlanan, Türkiye’de Çalışma Hayatı ve Meslekler Araştırması‘na göre, mesleki itibar sıralamasında ilk sırayı tıp doktorluğu almıştır. Hizmet sektöründe çalışanların oranının son kırk yılda iki kat arttığı, ücretli ve maaşlı çalışan oranının son yirmi yılda %50 artış gösterdiği ve hiçbir eğitim gerektirmeyen ve bedensel işlerde çalışanların oranının son yirmi yılda iki katına çıktığı bu dönemde, araştırmaya katılanların iyi bir işte en fazla aradıkları ilk üç özellik iş garantisi, iyi bir ücret ve işin kaza veya ölüm riski içermemesi imiş. Ve yine araştırmaya göre, genel olarak iyi bir kazanç, iyi bir eğitim gerektiren, iş garantisi olan, mesleki otorite kazandıran, yasal ve kurumsal bir özerkliğe sahip ve zihin emeğiyle icra edilen mesleklerin daha yüksek itibara sahip olduğu da açığa çıkmış (4).
Her ne kadar 25 yıllık doktor ve akademik titr olarak da profesör olup devlet kademesi dışında hiç görev yapmamış bir hekim, “pandemi nedeniyle hekim ölümleri ve istifalarının artmasından, korona stresinin ve iş risklerinin yanı sıra iş yükünün artması, düşük katsayılar ve sağlık çalışanlarının dengesiz döner sermaye dağıtımı (zaten oldukça azalmış) ve bu ek ödemelerin emekliliğe yansımamasından oluşan gelecek kaygısı ve daha birçok problem nedeniyle feryat etse de, bu durum henüz üniversite tercihlerine yansımış ve etkilemişe benzemiyor (5).
Türkiye Klinikleri TV’nin “Türkiye’de Hekim Olmak” konulu söyleşi dizisinin tanıtımında, “Türkiye’de hekim olmak halkın gözünde ‘bana bir ilaç yazar mısın?’, ebeveynler gözünde garanti ve prestijli bir meslek, hekim çocuklarının gözünde yoğun çalışan anne-baba ve kendi gözlerinden son zamanlarda ‘tükenmiş meslek grubu’ olarak tanımlanıyor. Ve devamla “Hekim olmak ne demektir birçok cevabı var. Biz bu cevabı sahada görev alan hekimlere sorduk” diyor ve alınan cevapların bazılarının başlıklarını şöyle sıralıyor: “‘Çok para kazanan bir meslek olduğuna dair önyargı var, daha öğrenciyken hevesinin kırılmasıdır, sosyal hayatı feda etmemektir, aile hekimliğinde sağlıkta şiddet bir numaralı sorun, eldivensiz elini ateşe sokmaktır, eski saygınlığı kalmadı, yılmamak, yıkılmamaktır” (6).
Türkiye’de İstanbul Tıp Fakültesinden sonra ikinci tıp fakültesinin 1945’de açıldığı, tıp fakültesi sayısının 1970’de 9, 1980’de 19 olduğu, 1975’de tıp fakültesi programlarına alınan öğrenci sayısı 2000 iken, 1980’de 2500, 1981’de 3000, benim de tıp fakültesine girdiğim sene olan 1982’de kontenjan artırımı ile 4000’e ulaştığı hatırlanacak olursa, ülkedeki hekim sayısının nüfusa oranla çok düşük düzeyde, hekim ihtiyacının çok yüksek düzeyde olduğu rahatlıkla görülecektir. Belki de bu yüzden olacak, mezun olup mecburi hizmet nedeniyle gittiğim Ağrı’da şehir merkezinde olmasa bile ilçelerinde hala muayenehanesi olan pratisyen hekimler vardı ve validen randevu istediğinizde hemen görüşebiliyorduk. Yine bu sebeple olacak ki, 2010 yılına kadar hangi üniversite YÖK’ten tıp fakültesi kurma talebinde bulunmuş ise izin verilmiştir (7).
Tıp fakültesi sayısı ve buna bağlı olarak doktor sayısının yetersiz olduğu yıllarda hastaneye ve doktora erişim çok zordu. Bu yüzden doktorların ve özellikle uzman doktorların (ve yine özellikle akademik titri olanların) büyük prestiji vardı, diğer meslek gruplarına göre statüleri ve kazançları oldukça iyi durumda idi. Gerek muayenehanelerinde, gerekse de devlet hastanelerinde (araştırma hastaneleri dahil) ve üniversitelerde alınan ‘bıçak parası, hoca parası’ adı altında alınan gayri resmi ve kayıt dışı yüklü paralar meşhurdu. Bazı doktorlar ‘paraya para demez’, ‘yedi sülalesine yetecek para’ kazanırdı. Büyük şehirlerde üniversite ve araştırma hastanelerinde, periferde ise devlet hastanelerinde çalışan doktorların kendi aralarında konuştukları ve yarıştıkları konu ağırlıklı olarak kimin kimden daha çok kazanıp, bu kazançlarını nerelerde yatırıma dönüştürdükleri idi. Bu yolla, özel klinik ve hastane kuracak kadar gelir elde edenler bile vardı. Fakültede öğrenci iken bir ameliyat için babamın SSK uzmanına muayenehanesinde bıçak parası vermek zorunda kaldığını hatırlıyorum. Yine Van Tıp Fakültesinde görev yaptığım yıllarda oturduğum sitedeki komşuların kapıcının babasının SSK hastanesinde ameliyat olabilmesi için istenen bıçak parasını toplayabilmek için benden dahi katkı istediklerini belirtmekle yetineyim, gerisini siz anlayın. Nasıl ve hangi yolla olursa olsun, para kazanmaya odaklanmış birinin yap-a-mayacağı şey yoktur ve elinden bir uçan kurtulur, bir de kaçan; fakat acı olan bunu yapanın doktor olması ve pazarlık yapılanın da insanın canı ve sağlığı olmasıdır.
Kısa bir zaman önce “İki Doktor, Bir Yolculuk” isminde bir kitap okumuştum. Kitapta, 1958-1966 yıllarında Kayseri Talas Kliniğinde gönüllü doktor olarak çalışan Amerikalı Doktor Winkler ile askerliğini sıhhiye eri olarak yapan ve lakabı halk arasında Tohtur Salih olan bir köylünün yolu Orta Anadolu’nun köylerinde kesişiyordu. Sadece anı kitabı olmanın çok ötesinde bir belgesel, bir tarih, bir sosyoloji kitabı idi adeta. Hastaneye, doktora erişmenin neredeyse mucize olduğu bir zamanda insanların çaresizliğinin, yoksulluğunun, önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklardan çocuklar başta olmak üzere insanların öldüğünün, sakat kaldığının, öteden beri gelen geleneksel tedavi yöntemlerine mahkum ve mecbur kaldıklarının acı ve hüzünlü hikâyelerini okudum. Elbette, bu ülkede o yıllarda ve her dönemde rahmetli Dr. Winkler gibi mesleğini dürüst ve temiz bir şekilde yapan idealist hekimlerin varlığı da bir gerçektir, bize de ancak onları tebrik ve takdir etmek düşer (8).
Hastaneye ve doktora, yani sağlığa erişim konusunda nasıl 1827 yılında Mekteb-i Tıbbiye Şahane’nin kurulması bir milat ise, Cumhuriyet döneminde Ankara’da ikinci bir tıp fakültesinin kurulması da bir milattır. Daha sonra diğer illerde başka tıp fakültelerinin açılışı ne kadar gerekli ve önemli ise, 1980 sonrasını takip eden dönemde birtakım sorunlara ve sonuçlara yol açsa da kontenjan arttırımı ve yeni tıp fakültelerinin açılması da önemlidir. Bir diğer milat ise, 2002 yılında açıklanan ‘Acil Eylem Planı’ içerisinde ‘Herkese Sağlık’ başlığı altında temel prensipleri belirlenmiş ve uygulama için bir takvime bağlanmıştır. Bu doğrultuda Sağlık Bakanlığı, 2003 yılında ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı’ uygulamaya koymuştur (9).
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık alanında yapılması öngörülen temel hedeflerinden, tüm vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınması, sağlık kurumlarının tek çatı altında toplanması, hastanelerin mali ve idari açıdan özerkliğine kavuşturulması bunlardan üçü olup hepsi de sağlık alanındaki sorunların çözülmesine yönelik doğru ve önemli hedeflerdir. Elbette teori ve pratik noktasında uyumsuzluk, çelişki ve sorunlar olacaktır. Bunlardan biri olan hastanelerin döner sermayelerinden çalışanlara döner sermaye katkısı verilmesi, başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarının aldığı ücretin artmasına yol açmışsa da zaman içinde dağıtımda çeşitli sorunlara ve muayene, tetkik, tedavi ve cerrahi işlemlerinin artışı gibi komplikasyonlara da yol açmıştır. Bu yüzden staj dersimde hekim adayı öğrencilere “Tıp’ta Ahlak ve İlkeler” bahsinde “Hipokrat Yemini”ne benden de bir ilave diyerek “Paranın, kâr hırsının, performans kaygısının hastaya yaklaşımda, karar vermede etkili olmayacağına” ibaresini koymak zorunda kaldım (10).
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, üniversite tercihinde tıp fakültesi hangi nedenle(rle) tercih edilirse edilsin, bundan sonra da tıp fakültesi tercih nedeni olmaya devam edecektir. Zira insanlıkla yaşıt kadim bir meslektir, her zaman ihtiyaç olacaktır ve her zaman nedenler değişse de tercih edilecektir. Halihazırda tercih sıralamasında ilk 50 bin, hatta ilk 20 bine giren öğrencilerin tercihine, ilgisine mazhar olması Türkiye’de hekimliğin kalitesi ve geleceği açısından olumludur. Dileğim, bu ilginin hep devam etmesi ve tıp fakültelerine gösterilen bu yoğun ilgi ve teveccühün diğer fakültelere de gösterilmesi ve ülkemizde her alanda, hayatın tüm sahalarında çalışkan ve başarılı insanların kalite ve seviyeyi yukarı taşımalarıdır.
KAYNAKÇA
- https://www.akademikakil.com/tip-fakultesini-tercih-durumu-ve-gelecek/irfanyalcinkaya/
- https://www.universitego.com/tip-fakultesi-2020-taban-puanlari-ve-basari-siralamalari/
- Ayşe Hümeyra Ökten – Dindar Bir Doktor Hanım, Söyleşi: Nevin Meriç, Timaş Yayınları, 9. Baskı, İstanbul, 2020, sh. 105
- https://www.haberso.com/haber/5170977/turkiyenin-en-cok-itibar-goren-meslekleri-belli-oldu
- http://bizimsaglik.com/profesorun-feryadina-kulak-verin/2919/
- https://www.turkiyeklinikleri.tv/program-ayrinti/turkiyede-hekim-olmak_35
- https://www.akademikakil.com/tip-fakultesi-acilma-ve-kontenjan-belirleme-kriterleri/irfanyalcinkaya/
- İki Doktor, Bir Yolculuk; Dr. Warren H. Winkler (Çev: Yalçın Varnalı), Yapı Kredi Yay., 3. Baskı, 2018, İstanbul
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/340272
- “Göğüs Cerrahisi’ne Giriş” Dersi, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, 2020, https://www.youtube.com/watch?v=cT6LsidNtvE&t=4s
2 yorum
TUS sonuçları açıklandı.
Genel Cerrahi, Çocuk, kadın-doğum, beyin cerrahisi, kalp-damar cerrahisi alanlarında yüzlerce kadro boş kalmış…
Hastayla karşılaşılmayan Patoloji Biyokimya Mikrobiyoloji Adli Tıp baş tacı olmuş..
Dahası yurt dışında çalışmak ve ihtisas yapmak için bu Güzel ülkeyi terkedenler gittikçe artıyor..
Sağlıkta şiddet, Sabim, mal praktis, Performans yasaları sonucu bu..
Maddi ve manevi yıpranma cabası.
Yakında kimse Tıp yazmayacak. Bakalım yapılan beş yıldızlı hastanelerde ameliyat yapacak cerrah, hasta bakacak kaliteli ve nitelikli Hekim olacak mı?
Yıllardır hemen her platformda bas bas bağırıyoruz, dinleyen ve dikkate alan yok.
Kendimizi bile emanet edeceğimiz kimse kalmayacak..
ÇOK YAZIK ÇOK..
Bir genel cerrahi profesörü
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html