“Kaza namazı yoktur” ile “Keyfi olarak namazı kazaya bırakmak yoktur” cümleleri arasındaki “bariz/açık/sarih/alenî farkı” bir türlü anlamak istemeyenlere tekrar tekrar anlatmak, hatırlatmak, bıkmadan usanmadan söylemek İslâm’ın bir emri olduğu için bu köşe yazısını yazmamız farz olmuştur.
Çünkü ülkemizde ve Müslümanların yaşadığı coğrafyada hâlâ bu gerçeği görmek istemeyen, “keyfi olarak terkedilen namazın da kazasının olduğu algısını” insanların zihinlerine yerleştirmeye devam eden, böyle sakat bir anlayışı sahiplenip savunan, İslam’ı bir bütün olarak anlamak ve anlatmaktan aciz olan, İslam’ı yanlış tanıtmaktan korkmayan, fakihlerin içtihatlarını bile yanlış yorumlayarak müçtehitlerin kul haklarını ihlal eden hoca müsveddesi, cahil molla ve çakma ilahiyatçılar vardır.
Dolayısıyla “Kaza namazı yoktur” ile “Keyfi olarak namazı kazaya bırakmak yoktur” cümleleri arasındaki farkı çok iyi anlamak/idrak etmek elzemdir. Bu farkı anlamak istemeyenler vesvâsi’l-hannâs’ın yoldaşıdır, türdeşidir; hem kendilerine hem de saptırdıklarına yazık etmektedir.
Tekrar ifade edelim ki, “Kur’ân-ı Kerim’de kaza namazından bahseden hiçbir âyet yoktur” ve kesinlikle “İleride kılarım” düşüncesiyle keyfi olarak namazı kazaya bırakmak” asla ve kat’a söz konusu değildir.
Zaten bu gerçeği aklı başında her İslam âlimi kabul etmektedir. Ancak bazı kimseler; “Birilerine şirin görüneceğiz, birilerinin saldırılarından kurtulacağız, şimşekleri üzerimize çekmeyeceğiz, durumu idare edeceğiz, insanları ibadet yapmaya teşvik edeceğiz” gibi hüsnü kuruntularla (boş avuntularla) İslam’a hizmet ettiklerini zannetmekte ve çok büyük bir yanlış yaptıklarını kesinlikle fark edememektedir.
İşte amacımız hem onları hem de onların yanılttıkları/saptırdıkları/aldattıkları insanları güzellikle uyarmak, onları gerçeğe davet etmek, gelecek nesillerin bu yanlışa düşmelerini engellemek ve “böyle gelmiş böyle gitsin” mantığını tepetaklak etmektir.
Bu açıklamalardan sonra şunu ifade edelim ki, Hz. Peygamber “dört durum” haricinde herhangi bir kaza namazından bahsetmemiş ve “keyfi olarak terk edilen namazın kazasını” hiçbir zaman gündeme getirmemiştir. Hz. Muhammed sadece şu dört zaruri hallerde kılınamayan namazın kaza edilebileceğini ifade etmiş ve kendisi de bunu uygulayarak göstermiştir:
Uyku, unutma, baygınlık ve savaşın en kızıştığı an.
1. Uyku: Her türlü tedbir almasına, saatini kurmasına, telefonun alarmını ayarlamasına ve imamın ezanı okumasına rağmen bütün bunları duymamış ve uyanamamışsa, o kişi uyandığında tövbe eder ve kılamadığı o namazı/namazları derhal kaza eder.
2. Unutma: Ezan okunduğu halde “beşer nisyan ile maluldür” sözünde olduğu gibi yaptığı işe iyice dalmışsa, “Az sonra kılarım” diyerek namazı geciktirmişse ve daha sonra da “kıldım zannederek” unutmuşsa, sonra da kılmadığını hatırlamışsa, üzülür, pişman olur, istiğfar eder, sonra tövbe eder ve herhangi bir kasıt olmadan unuttuğu o namazı kaza eder.
3. Baygınlık: Başına herhangi bir kaza gelmişse, hastalanmışsa, bayılmış veya komaya girmişse uyandığında/ayıktığında kılamadığı tüm namazları derhal kaza eder.
4. Savaşın en kızıştığı an: İslam ordusu, Allah yolunda mücadele ederken düşmanın saldırılarını şiddetlendirmesi sonucu cemaatle namaz kılmaya vakit bulamamışsa, ortam sakinleşince kılınamayan tüm namazları cemaatle birlikte kaza eder. Nitekim Hz. Peygamber, Hendek Muharebesi sırasında müşriklerin yoğun saldırıları nedeniyle “öğle, ikindi ve akşam namazlarını cemaatle kılmaya” vakit bulamamış, ancak gece karanlık çökünce tüm o namazları cemaatle birlikte kaza etmişlerdir.
Görüldüğü üzere “bu dört durumda kaza namazı vardır.” Ancak “İslam’da bunun haricinde keyfi olarak namazı kazaya bırakmak” diye bir şey asla söz konusu değildir. Çünkü keyfi olarak kılınamayan namazın kazasından ne Kur’ân ne de Hz. Peygamber söz etmektedir.
Dolayısıyla tüm bu hakikatlere rağmen hâlâ yanlış bir düşünceyi savunmak, hatalı içtihadı insanlara “din” diye anlatmak, “özellikle kandil gecelerinde bol bol kaza namazı kılınmasını tavsiye ederek” böyle problemli bir algıyı saf zihinlere yerleştirmeye devam etmek çok büyük bir vebali üstlenmek demektir. Bunu yapanların ateşten gömlek giydiklerini ve insanları yanlış bilgilendirmenin vebalinden kurtulamayacaklarını bilmeleri gerekir. Bize düşen görev, apaçık bir uyarıdır ve böyle yapanları yanlıştan vazgeçirmeye çağrıdır.
Çünkü Yüce Allah, Nisâ Sûresi 101 ve 102. âyetlerde “savaş esnasında” bile cemaatle namazın nasıl kılınacağını çok detaylı olarak anlatmıştır. Görüldüğü üzere “savaş esnasında bile” (savaşın şiddetliği an değil) namazın kılınmasını emreden bir dinin “keyfî olarak terk edilen namazın kazasından söz etmesi” hiçbir şekilde düşünülemez.
Şu âyetleri birlikte okuyalım:
“Yeryüzünde [cihad için sefere] çıktığınızda, hakikati inkâra şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız (bu güvenlik endişesi nedeniyle) namazlarınızı kısaltmanız günah olmaz: Çünkü o hakikati inkâr edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen mü’minler arasında iken onlara namazda imamlık yapacaksan, [yalnızca] bir bölümünün, silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar namazlarını bitirdikten sonra namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar; [çünkü] hakikati inkâra şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki, âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz [namaz kılarken] silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur; ama tehlikeye karşı [daima] hazırlıklı olun. Allah, şüphesiz, hakikati inkâr edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
Mezkûr âyetlerdeki bu kadar ayrıntılı açıklamalara rağmen, hâlâ bu uyarıları göz ardı ederek “kasten namazı terk edenlere” iyilik ettiklerini zannederek “keyfi olarak kılınmayan namazın kazasının olduğunu intibaını” uyandıran, böyle sakat bir anlayışı savunan, bu tür yanlış algının oluşumuna ve devamına sebebiyet verenler İslâm’a zarar verdiklerini, dini yanlış tanıttıklarını çok iyi bilmelidir. Çünkü böyle yapmak Yüce Allah adına konuşarak (ruhbanlık yaparak) O’nu yanlış tanıtmaktır; O’nun dinini tahrif etmektir; dine olmayan bir şey ilave etmektir.
Öte yandan İmam Şafiî’nin kaza namazı konusundaki fetvasını/görüşünü de saptırarak kendi yanlışlarına dayanak yapan ve onun adını istismar edenler de kul hakkı ihlali yapmışlardır. Çünkü İmam Şafiî “keyfi olarak terkedilen namazı” kast ederek “o hükmü/fetvayı” vermemiş, tam aksine yukarıdaki dört durumdan biri olduğunda “ecelin/ölümün her an gelebileceği ihtimaline binaen” sünnet namazları terk ederek derhal “o farz namazların kaza edilmesi gerektiğini” söylemiştir. Ancak ne acıdır ki hem geçmişte hem de günümüzde onun verdiği bu fetvayı kendilerine siper yapanlar, “keyfi olarak terkedilen namazların da kazasının olduğu sakat düşüncesini/zannını/iddiasını/vehmini” İmam Şafiî’nin mezkûr fetvasına dayandırmakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir.
Bu itibarla İmam Şafiî’nin iyi niyetli uyarısını göz ardı ederek “mezkûr dört durumda kaza namazının olabileceğini, bunun dışında keyfi olarak namazı kazaya bırakmanın söz konusu olamayacağını söyleyip genç nesilleridoğru bilgilendirmek yerine” bir büyük yanlışın devamına neden olmuş ve ciddi bir vebal üstlenmişlerdir.
Bu zamana kadar devam eden yanlış bir uygulamayı derhal durdurup işin doğrusunu ortaya koymak ve ümmete “dinin doğru, sahih, güvenilir ve sağlam bilgisini” vermek yerine, hâlâ “keyfi olarak terkedilen namazların kazasının olabileceği zannını/algısını” uyandırmaya ve yaymaya devam etmek son derece yanlıştır/sakattır/problemlidir.
Bu gibi kimseler iyi niyetle kendilerini uyaranlara teşekkür etmek yerine bu gerçeğe kulaklarını tıkar, kendilerini uyaranları toplumun gözünden düşürmek için “Adama bak! ‘Kaza namazı yok!’ diyor” diyerek yanlış tanıtmaya ve değersizleştirmeye çalışırlarsa bu da hamakatın bir başka çeşidi olacaktır.
Bu açık gerçeği çarpıtmak yerine “adam gibi” kıvırtmadan, eğip bükmeden dosdoğru bir şekilde; “Bu İslam âlimi, dört yerde kaza namazı var! Ancak keyfi olarak namazı kazaya bırakmak diye bir şey yok! diyor” demek daha erdemlice bir davranış olmaz mıdır?
Çünkü farklı fikri savunanı doğru tanıtmayarak onun haklarını ihlal etmek, onu itibarsızlaştırmak, onu yaftalamak, onunla helalleşmeden bu dünyadan ayrılıp gitmek, kıyamet günü müflislerden olma sonucunu doğuracaktır. Zira yalan söylemek, iftira atmak, yalancı şahitlik etmek, gerçeği çarpıtmak, gerçeğin bir kısmını söyleyip diğer kısmını söylememek büyük günahlar cümlesindendir ve bu, apaçık kul hakkı ihlalidir. Nitekim Kur’ân; “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir”[1] derken bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, “Kaza namazı yoktur” ile “Keyfi olarak namazı kazaya bırakmak yoktur” cümleleri arasındaki farkı çok iyi anlamak gerekir. Kaza namazı dört durumda vardır. “Keyfi olarak veya kasten/ileride kılarım/emekli olunca kılarım vs.” düşüncesiyle namazı terk etmek diye bir şey asla yoktur. Geçmişte bu hatayı “bilmeksizin” yaparak namazlarını zamanında kılmayan ve şimdi kaza etmeye başlayanların durumu ise apayrı bir yazı konusudur. Böyle bir “kaza namazı”nın “olup olamayacağı” ayrıca değerlendirilmeli, elma ile armutlar birbirine karıştırılmadan konular tartışılmalı ve bir çözüme kavuşturulmalıdır. Ancak kesin olan bir şey vardır ki o da şudur: “Kur’ân, kaza namazından söz etmemekte, savaş esnasında bile cemaatle namazın nasıl kılınacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar tarif etmektedir.” Sahih sünnete göre ise “dört zarurî durum” olduğunda kaza namazı uygulaması devreye girmektedir. Dolayısıyla “keyfi olarak namazı terk edenler ile böyle yapanlara kaza namazı kılabileceklerini söyleyenler” dayanaksız, temelsiz, indî, keyfî ve boş konuşmakta ve hüsnü kuruntularla birbirlerini uyutmaya ve avutmaya devam etmektedir. (19.12.2014)
[1] ez-Zilzâl 99/7-8.
6 yorum
Bir Müslüman’ın mazeretsiz namaz kılmamasının bedeli malum ancak degidik sebeblerle bu yanlışından dönüp namaz kılmaya ve geçmiş namazları kaza etmesine canhıraş karşı gelmenin izahı zor muhterem hocam. Hata eden geçmişe tevbe etmiş olmuyor mu?
“İslâm fakihlerinin büyük çoğunluğuna göre, zamanında kılınamayan farz namazların kazası da farzdır. Çünkü uyku veya unutma gibi bir özür hâlinde bile kaza gerekince, bir özrü olmaksızın namazını vaktinde kılmayanlara da kaza etmeleri öncelikle gerekir. Ayrıca, namazı geciktirmekten dolayı Allah’a tövbe ve istiğfar edilir. Namazı kaza etmeden yapılacak tövbe geçerli olmaz. Çünkü tövbenin ön şartlarından birisi, önce ma’siyetten vazgeçmektir. (İbnü’l-Hümâm, a.g.e., I/485 vd.; İbn Âbidin, a.g.e., II/62-67”. Bırakalımda insanlar kaza namazı kılsınlar kararı yüce mahkeme versin.
Fahri bey, “sizler İslâm fakihlerinin büyük çoğunluğuna göre” diyerek böyle bir feci yanlışı/hatalı içtihadı savunmaya devam edebilirsiniz. Karar sizin. Benim tavrım ve duruşum ise son derece açık, net ve berrak! Kuran ve sahih sünnette olmayan “namazı keyfen terk edişi” hatalı içtihatlara veya sözde icmaa dayanarak devam ettirmenin vebali sizin ve sizin gibi düşünenlerin omuzlarınadır… Sonra.. “haberimiz yoktu, bizi uyarmadılar” demeyiniz. “Sadetana ve küberaena bizi yanılttı!” demenizin sizi kurtarmayacağı o gün gelmeden sizi uyardım işte…. Baki selamlar…
Fahri kardeşim,
Yorumunuzun bir cümlesine bile katılmasam da ciddi ithamlar içeren bu vebali mucip tevilinizin yayınlanmasına onay verdim.
Başkaları da kimlerle ve nasıl bir kafa yapısına sahip ilahiyatçılara muhatap olduğumuzu/olduklarını bilsinler istedim.
Siz bu şekilde devam edebilirsiniz.
Benim yazdıklarım gayet açık ve net.
Anlama kapasitesi olanlar da anlıyor zaten.
Sevgiyle kalınız. Selamlar…
“Geçmişte bu hatayı “bilmeksizin” yaparak namazlarını zamanında kılmayan ve şimdi kaza etmeye başlayanların durumu ise apayrı bir yazı konusudur.” Bu yazdığınız konuda herhangi bir yazınız var mı peki hocam?
27 yıllık ilahiyatçıyım muhterem hocam. “Bana göre” diye konuşan zevatın ahirinin iyi olduğunu itikadi manada görmedim . Mezhepsizlik İslami daha iyi anlıyorum demek değil ben herkesten İslam’ı daha iyi biliyorum demektir. Allah aşkına eskimez alimlerimiz o fetvaları kafalarına göre mi verdi? Asrın idraki memnun olacak diye indii fetvaların faidesi yok. Bu milletin derdi eski fetvalar değil. O yok bu yok, şu uydurma,bu tarihsel bunlar oryantalizmin İslam’ı içten yıkmak icin kurduğu tuzaklar. Saygısızlık etmek istemem size akıl vermek haddim değil lakin bu tür yaklaşımlar suna götürüyor.
Eee benimde aklim var o zaman Kurandan sünnetten istediğimi çıkarırım. Bu yaklaşım bizi nereye götürür.
Fahri kardeşim,
Niyet okuyuculuğu yapıp vebale girmişsiniz. hem de elinizde hiçbir delil olmadan…
Yazdıklarınız yukarıda. Ben asla hakkımı size ve sizin gibilere helal etmem ve ahiret günü sevaplarınızı alırım..
Siz bu şekilde devam edebilirsiniz.
Benim yazdıklarım gayet açık ve net.
Sevgiyle kalınız. Selamlar…