Futbol, kitleleri en çok büyüleyen spor olmaya devam ediyor. Ulusal takımların mücadele ettiği Avrupa Şampiyonası Finalleri ve/veya Dünya Şampiyonası Finalleri her ne kadar önemini koruyor olsa da futbolun kalbinin attığı yer; Avrupa Şampiyonlar Ligi’dir. Uzun zamandır futbolun kalbinde Türkiye’den bir takımın önemli bir yer tutmamış olduğu malum. Ülkemizde futbolun eskiye oranla büyüleyiciliğini yitirmiş olmasının muhtemelen önemli nedenlerinden biri bu durumdu. Uzun bir aradan sonra Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray’ın iyi bir kadroyla yer alması, futbolun kalbinin attığı yerde bir Türk takımının iyi maçlar oynayacağına dair bir heyecan uyandırdı. Ve Galatasaray bu uyanan heyecana olumlu yanıtlar veriyor. Galatasaray’ın Manchester United’ı sahasında yenmesi, futbolun kalbinin attığı yerde “ben de varım” demekti. Bundan daha önemlisi ise; Galatasaray’ın dünya devi olarak kabul görmüş olan Bayern Münih’i ilk 60 dakika sahadan silmesiydi. Bu ilk 60 dakikalık oyun, ülkemizde oynanan futbolun da büyüleyici olmaya yöneldiğine büyük işaret oldu. Her ne kadar skorun sonucu belirlemesinden ötürü sahadan eli boş ayrıldığını söylememiz gerekiyor olsa da Galatasaray futbolun büyüleyici bir “oyun” olduğunu seyirciye göstermesi bakımından kutlanmayı hakkediyor.
Şampiyonlar Ligi’nde olmasa da Fenerbahçe’nin iyi bir kadroyla Avrupa Konferans Ligi’nde oynadığı maçları kazanması, ülkemizde büyüleyiciliğini yitirme noktasına gelmiş futbolun yeniden keyif veren bir oyun olmasında etkili oluyor. Ayrıca Süper Lig’de şimdiye kadar hiçbir engel tanımaması ve bütün maçlarını kazanması, Fenerbahçe’nin oynadığı futbolun da ülke futbolunun üstünde bir seviyede olduğunu gösteriyor. Galatasaray’ın ve Fenerbahçe’nin bu sezon kolektif mücadelenin ve bireysel yaratıcılığın birleştiği bir oyun olarak futbolun esasında insanlara seyir zevki veren büyüleyici oyun olduğunu yeniden hatırlatmaları son derece değerli görünüyor. Ancak bir ligdeki futbolun büyüleyiciliği sadece iki takımın başarısına bağlı olamaz. Bu iki takımı her an yenebilecek ya da en azından zorlayabilecek takımların varlığı, futbolun büyücülüğü için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Süper Lig’de Galatasaray ve Fenerbahçe’yi zorlayacak takım yok gibi görünmektedir.
Sadece Galatasaray-Fenerbahçe
O halde; bu sezon Galatasaray ve Fenerbahçe sadece birbirlerinin rakibidirler ve aralarında oynanacak maçlar ligin şampiyonunu belirlemede çok büyük bir ağırlığa sahip olacaktır. Durum böyle olunca; Süper Lig maçlarının – Galatasaray-Fenerbahçe maçları dışında – seyir zevki vermesi ve hele hele büyüleyici olması pek olası görünmemektedir. Maç başlamadan hangi takımın kazanacağını biliyorsak ve sonucun sürpriz olma şansı yok diyorsak, futbolun temel kanunlarından olan “oynanmadan maç kazanılmaz” ilkesi çalışmıyor demektir. Bu kanunun işlemediği bir ligde sadece iki takımın iyi kadrolara sahip olmasından ötürü futbolun büyüleyiciliğini yaşatması pek olası görünmüyor. Halbuki bir lig “vay be” dedirtecek mücadelelere ve sonuçlara göre değerli bir lig olmaktadır. Barcelona’nın “nadir ataklar geliştiren” Osasuna’ya yenilmesi ya da City’nin Forest’e puan kaybetmesi gibi sonuçlar bir ligi güzelleştirmekte ve daha önemlisi “futbol böyle bir şey” dedirtmesi sayesinde kitleleri büyülemektedir.
Ligin seviyesinin iyi olmasını talep etmek, bizim yani seyircilerin – belki taraftarların – en doğal hakkıdır. Modern dünyada futbolsuz yapamıyoruz. Futbol bazılarının ısrarla iddia ettiği gibi basitçe bir manipülasyon aracına indirgenemez. Futbolda insana ve topluma dair bir “güzellik” var. Futbolun hem bireysel yaratıcılığa hem de kolektif mücadeleye dayanması, onun insanı ve toplumu kavrayan büyüleyiciliğini anlatmaktadır. Icardi’nin bedeniyle zekasını birleştirerek attığı gollerden büyülenmek, Mert’in olmayacak kurtarışları yapmasına hayran olmak, özünde sanatsal bir inceliğe katılmak anlamına geliyor. Toplumsal hayatın yaratıcılık olmadan ilerlemesi düşünülemez. Tarihsel deneyimde bu gerçek defalarca kendini ispat etmiştir. İnsana ait bu niteliğin en iyi temsil edildiği sahalardan birisi futbol sahasıdır. Yaratıcılığın, inceliğin, estetiğin gösteri niteliğini aldığı sahadır futbol sahası. Aynı zamanda insanın yaratıcı etkinliği, insanın birlikte yaşama zorunluluğuyla hayat bulmaktadır. Yaratıcılık her ne kadar bireyin öne çıkmasına bağlı olsa da onun sürdürülebilir olması birlikte hareketi gerektirir. Futbol birliktelik zemini üstüne inşa edilen yegâne sporlardandır. Dayanışmanın, yardımlaşmanın, kolektif mücadelenin en iyi temsil edildiği sahalardan biridir futbol sahası. Kısacası, seyirciler pardon insanlar olarak Süper Lig’den iyi futbol talebimiz haklı bir taleptir.
Futbolcu Havuzumuz
Bu talebi neden karşılayamıyor futbol kulüpleri? Muhtemeldir ki ilk yanıt olarak kulüpler Galatasaray ve Fenerbahçe kadar yabancı futbolcu transferine kaynaklarının yokluğundan bahsedeceklerdir. Demek ki sorun iyi yabancı transferi olarak görünmektedir. Bu durum da her şeyden önce bizim ulusal olarak iyi futbolcu havuzumuzun olmadığına işaret etmektedir. Mesele muhtemelen burada düğümlenmektedir ya da daha doğrusu burada çözümlenmek zorundadır. Avrupa uluslarına kıyasla nüfusu oldukça genç bir toplum olduğumuz konusunda bir şüpheye mahal yok. O halde iki sorun olabilir. İlki, anatomik özelliklerinin bizim gençlerimizin iyi futbolcu olmalarına engel oluşturmasından kaynaklanan bir soruna sahip olabiliriz. İkincisi ise; futbolcu yetiştirmekte yani eğitimde devasa bir soruna sahip olabiliriz. İlki üzerinde çok durmaya gerek yok sanırım. Avrupa’da doğup büyüyen ve “büyük futbolcu” olan epey sayıda Türk futbolcu var. Demek ki sorun, bizim eğitim sistemimizde ve futbolcu yetiştirmedeki eksikliğimizde yatmaktadır. Elbette bu tek yönlü bir soruna benzemiyor, yani, sadece iyi eğiticilerimiz yok diyemeyiz ama aynı zamanda milli eğitim sistemimizden kaynaklı ve spor tesislerinin yetersizliğine dayanan sorunumuz esas eksikliği oluşturuyor.
Çoğumuz kendi deneyiminden biliyordur ki ortaokul çağında iyi futbol oynayan çocukların büyük bölümü LGS öncesinde futbol oynamayı bırakmaktadır. Birçoğu sınava hazırlanmak için uzun zamandır devam ettikleri futbol okulunu bırakmaktadır. Bazıları da okuldan zaman bulamadıkları için antrenman yapamamakta ve gelişimleri yarıda kalmaktadır. Kısacası milli eğitim sistemimiz sporcu yetişmesine uygun bir sistem değildir. Okulu bırakmak zorunda kalma koşulunun dayatılması, birçok çocuğun ve gencin iyi futbolcu olarak yetişmesinin önündeki temel engeldir. Diğer engel ise yeterli sayılacak futbol altyapı tesisisin ülkemizde bir türlü kurulamamış olması gerçeğidir. İngiltere’de uzunca sayılabilecek bir dönem yaşamış biri olarak söylemem gerekir ki her koşulda ve durumda futbol oynamak için bütün koşulların sağlandığı Avrupa ülkelerine kıyasla bizim tesislerimiz, futbol sahalarımız yeterli değildir.
Atılması Gereken Adımlar
Futbol Federasyonu’nun ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın atmaları gereken çok adım var. Mesut’un, İlkay’ın, Hakan’ın, Salih’in, Ferdi’nin, Hamit’in ve isimlerini sayamadığım diğer önemli futbolcuların Türkiye’de değil de Avrupa’da yetişmiş olmaları, onların “büyük futbolcu” olmalarının en önemli nedenini oluşturduğu açık. Buradan çıkarılacak sonuç ise “biz neden yapamıyoruz” sorusunu ciddi anlamda sormak ve yeni bir eğitim programıyla ve altyapı için tesis çalışmalarıyla bu açığı kapatmak olmalıdır. Yabancı futbolcu transferine karşı olduğum zannedilmesin sakın… Bu son derece olağan bir durum, yani, her futbol kulübü bünyesinde istediği kadar yabancı futbolcu bulundurabilmelidir. Demek istediğim bir ligi izlenebilir kılan biraz da o ligin kendi ülkesinden nitelikli futbolcuları bünyesinde barındırmasına dayalıdır. Aksi halde gücü olan kulüpler iyi yabancıları transfer eder ve lig sadece bir-iki ya da bilemediniz üç takıma bağlı olur ki futbolun parlaması ve büyülemesi hiç mümkün olmaz. Süper Lig umarım bir gün katlanabilir bir lig olur… Şu an futbolseverlere Süper Lig’i izlemenin heyecan verdiğini kim söyleyebilir…