Kardiyovasküler hastalıklar, Batı ülkelerinde önde gelen ölüm nedenidir ve dünya çapındaki tüm ölümlerin neredeyse %30’unu temsil etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre kardiyovasküler hastalıklar, her yıl tahminen 17,9 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. Ülkemizde de Türkiye İstatistik Kurumu 2022 yılı verilerine göre ölüm nedenleri arasında koroner kalp hastalığına bağlı ölümler birinci sırada (%42) gelmektedir. Kardiyovasküler hastalıklara bağlı her beş ölümün dördünün kalp krizi ve felçten kaynaklandığı ve bu ölümlerin üçte birinin 70 yaşın altındaki kişilerde erken dönemde meydana geldiği bildirilmektedir.1,2
Kardiyovasküler hastalıklar, kalp ve kan damarlarının bir grup bozukluğudur ve ateroskleroza bağlı kalp hastalıklarını; koroner arter hastalığı, serebrovasküler hastalılar, hipertansiyon ve damar hastalıklarının dahil olduğu içerirken, diğer kalp hastalıkları arasında konjenital kalp hastalığı ve romatizmal kalp hastalıkları gibi diğer hastalıklar sayılmaktadır. Son 25 yılda artan kardiyovasküler hastalıklar insidansının, özellikle yaşam tarzı müdahaleleri yoluyla aterosklerotik damar hastalığı, kalp yetmezliği ve atrial fibrilasyon gibi hastalıkları önlenmesi veya geciktirebilmesi bir halk sağlığı önceliği haline gelmiştir. Koroner kalp hastalığının ve diğer kardiyovasküler hastalıkların gerek sıklığında gerekse ölüm oranlarında azalma sağlanabilmesi için öncelikle hastalık risk faktörlerinin kontrol altına alınması gerekmektedir. Risk faktörleri arasında değiştiremeyeceğimiz risk faktörleri olduğu gibi, değiştirebileceğimiz risk faktörleri de bulunmaktadır. Değiştiremeyeceğimiz risk faktörleri arasında ailesel yatkınlık, cinsiyet ve yaş gibi faktörleri örnek olarak sayabiliriz:
- Erkeklerde 45 yaş ve üzerinde olmak,
- Kadınlarda ise menopoz sonrası dönemde ve 55 yaş ve üzerinde olmak risk faktörleri arasında sayılmaktadır.
Bizim için daha önemli olan değiştirebileceğimiz risk faktörleridir. Amerikan Kalp Birliği önerilerine baktığımızda da kardiyovasküler hastalıklardan korunmada temel ilkeler arasında;
- İdeal vücut ağırlığını korumak,
- Sağlıklı beslenme alışkanlığını kazanmak,
- Kan LDL kolesterol ve trigliserit düzeylerini azaltmak, HDL kolesterol düzeylerini yükseltmek,
- Kan glikozu ve kan basıncını normal değerlerde tutmak,
- Sigara kullanımını önlemek ve
- Düzenli fiziksel aktivite sayılmaktadır. 3
Yıllar içerisinde bugün geldiğimiz noktada teknolojinin de hızla gelişmesi sonucu artan hareketsiz yaşam tarzı, aşırı işlenmiş gıdaların tüketiminin artması ve sağlıksız beslenme alışkanlıkları nedeniyle obezite, dünya çapında hızla büyüyerek epidemik ölçülere ulaşan bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Sağlık otoriteleri tarafından obezitenin kronik hastalıklar ve erken ölüm riskinin artışı ile ilişkisi önemle vurgulanıyor. Özellikle abdominal obezite, hem kadınlarda hem de erkeklerde kardiyovasküler hastalıklar için daha yüksek oranda bir risk oluşturmaktadır. Abdominal obeziteyi tanımlamak için kişinin bel çevresini ölçmesi yeterlidir. Bu değerin erkeklerde 102 cm ve üzerinde olması, kadınlarda ise 88 cm ve üzerinde olması abdominal obezitenin bir göstergesidir ve vücut ağırlığındaki artış ile birlikte değerlendirildiğinde hastalık riski hakkında bir fikir vermektedir. Kalp hastalıklarına yönelik olarak yürütülen en uzun soluklu çalışmalardan biri olan Framingham Kalp Çalışmasında, ortalama 14 yıllık bir takip süresi boyunca Beden Kütle İndeksindeki her birim artış için; erkeklerde; % 5,kadınlarda;% 7 oranında artmış bir kalp yetmezliği riskinin oluştuğu görülmüştür. Kalp yetmezliği riskinin; hafif kilolu bireylerde normal kilolu bireylere göre, obez bireylerde hafif kilolu bireylere göre anlamlı derecede daha yüksek bulunduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte obez bireylerde genelde aterojenik etkiye sahip olan LDL kolesterol ve VLDL kolesterol düzeyleri yüksek iken, HDL kolesterol düzeyleri ise düşüktür. Dolayısı ile hem hafif kilolu hem de obez bireylerin mutlaka ideal vücut ağırlığına gelmesi önerilmektedir.4
Çok sayıda bilimsel kanıt, beslenmenin kardiyovasküler hastalıklara bağlı ölümleri azaltmada en etkili koruyucu faktörün sağlıklı beslenme olabileceğini ve hatta kalp hastalığını tersine çevirebileceğini bildirmiştir. Bu anlamda, kardiyovasküler hastalık riskini artırabilecek besinlerin, gıdaların veya diyet modellerinin tanımlanması ve sınıflandırılması hastalığın önlenmesi için bir önceliktir.5
Son yıllarda daha çok öne çıkan sağlıklı diyet modellerinin, aralarındaki sinerjik sağlık etkileri nedeniyle, tek bir besinin potansiyel etkilerinden daha büyük miktarda faydalı etkileri desteklediği düşünüldüğünden kardiyovasküler hastalıklarla ilgili beslenme kılavuzları sağlıklı diyet modellerini öne çıkarmaktadır. Sağlıklı bir diyet modeli birden fazla gıda ve besin öğesinin daha iyi bir kombinasyonunu sağlar. Önerilen sağlıklı diyet modelleri, yüksek miktarda posa, antioksidan, vitamin, mineral, polifenol, tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri alımı ve düşük miktarda tuz, rafine şeker, doymuş ve trans yağ alımı ve düşük glisemik yüke sahip karbonhidratları içermesi gibi ortak özellikleri paylaşmaktadır. Bu yüksek miktarda meyve, sebze, kuru baklagiller, balık ve deniz ürünleri, sert kabuklu yemişler, tohumlar, tam tahıllar, özellikle sızma zeytinyağı gibi bitkisel yağlar ve süt ürünleri ile birlikte düşük miktarda hamur işi ve kırmızı ve işlenmiş et alımı anlamına gelir.6
Aşırı işlenmiş gıdaların (yağlı şekerli, katkı maddesi içeriği yüksek yiyecekler) yüksek oranda alımı ile karakterize son yıllarda giderek yaygınlaşan Batı tarzı diyet modeli küresel bir endişeyi temsil etmektedir. Bu diyet modeli genellikle enerji açısından yoğun yüksek miktarda doymuş yağ ve hayvansal kaynaklı protein içeren, paketlenmiş hazır gıdalar, rafine tahıllar, yüksek fruktozlu mısır şurubu ve yüksek şekerli içecekler içeren, sebze-meyve ve bitkisel kaynaklı yiyecek içeriği düşük bir diyet modelidir. Bu diyetin özellikle barsakta mikrobiyal çeşitliliğin azalmasına neden olduğu ve inflamatuar bir tepkiyi tetiklemesi sonucu obezite ve kalp hastalığı gibi birçok metabolik hastalıkla ilişkisi ortaya konmaktadır. 6 Aşırı işlenmiş gıdalarda bulunan trans yağ asitleri dediğimiz endüstriyel olarak üretilen yağlar ve doymuş yağ asitlerinin yüksek miktarlarda tüketilmesi ve hayvansal yiyeceklerle aldığımız yüksek kolesterol miktarının kardiyovasküler hastalık riskini %76 oranında arttırdığı vurgulanmaktadır. Trans yağ alımının zararlı olduğu ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık riskini artırdığı REGARDS ABD sağlık uzmanları kohort çalışmalarında da gösterilmiştir. Trans yağ tüketimi, tüm nedenlere bağlı ölüm oranının daha yüksek olmasıyla ilişkilendirilmiş ve gıda endüstrisinde trans yağ kullanımını kısıtlamaya yönelik düzenlemeler ile felç vakalarında azalması ile de ilişkilendirilmiştir.7 Trans yağ, bir çeşit doymamış yağ asididir ve endüstriyel olarak üretilen yiyeceklerin içerisindeki miktarları % 60’a kadar çıkabilmektedir. Bu kadar yüksek miktardaki trans yağ asitlerinin kan yağları üzerinde olumsuz etkisi vardır; LDL kolesterolü artırır, HDL kolesterolü azaltır, endotel disfonksiyonunu, insülin direncini, inflamasyonu ve aritmileri teşvik eder. Vücutta kolesterol sentezini doymuş yağ asitlerine kıyasla 1.5-2 kat daha fazla tetikler ve platelet yapışkanlığını arttırıp kalp krizi riskini 2 kat attırmaktadır. Son 50-60 yıl içerisinde aslında olumsuz etkileri çok iyi bilinen trans yağ asitlerinin kullanımı gelişmiş birçok ülkede yasaklanmıştır. Ülkemizde de trans yağlarla ilgili yönetmelik değişikliği 31 Aralık 2020 tarihinde yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre, bitkisel ve bitkisel kaynaklı gıdalardaki trans yağ içeriği, toplam yağın 100 gramında 2 gramı geçemeyecek şekilde düzenlenmiştir.
Hayvansal besinlerde bulunan yağlar, tereyağı, kuyruk yağı ve iç yağı gibi doymuş yağ asitleri, plazma LDL kolesterol düzeylerinin ana belirleyicisidir. Birçok epidemiyolojik çalışmada, doymuş yağ alımının kolesterol düzeylerini arttırdığı ve kardiyovasküler hastalık artış riski ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Buna karşılık zeytin, zeytinyağı, fındık, fındık yağı gibi yiyeceklerde bulunan tekli doymamış yağ asitleri, ateroskleroz sürecinin önemli basamaklarından biri olan LDL oksidasyonunu önler ve trigliserit düzeylerini azaltır. Günlük yemeklerde kullandığımız bitkisel yağlarda bulunan çoklu doymamış yağ asitlerinden omega 6 yağların alımı HDL ve LDL kolesterol düzeylerini düşürmektedir. Balık, balık yağı ve bitkisel besinlerde bulunan çoklu doymamış yağ asitlerinden omega 3 yağ asitlerinin alımının VLDL sentezini baskılayarak serum trigliserit düzeyini düşürdüğü, HDL kolesterol sentezini arttırdığı ve inflamasyonu azalttığı bilinmektedir.6
Batı tarzı beslenmenin aksine bitki bazlı besinler açısından zengin Akdeniz diyetinin polifenoller, yüksek kaliteli yağlar ve yeterli posa alımına dayalı olması sonucunda bağışıklık sistemini olumlu yönde etkilediği, inflamasyonu önlediği ve bu etkinin içerdiği vitamin ve minerallere, biyoaktif bileşenlere ve sağlıklı bir mikrobiyotaya dayalı olduğu bilinmektedir. Biyoaktif bileşenlerden polifenoller, çoğu bitki kaynaklı yiyecek ve içeceklerde bulunan en bol bulunan diyet antioksidanlarıdır ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde çok çeşitli sağlık etkilerine sahiptir. En zengin besin kaynakları meyve ve sebzeler, kırmızı şarap, siyah ve yeşil çay, kahve, zeytinyağı ve çikolatanın yanı sıra fındık, tohum ve baharatlardır. Akdeniz diyeti bir yaşam tarzıdır.8 Temel kavram bunun bilimsel deneyler tarafından dikte edilen olağan diyetimizde yapılan bir dizi değişiklik olmamasıdır. Bu bilimsel olarak en gelişmiş ülkelere kıyasla daha düşük kalp hastalığı ve diğer kronik hastalık oranlarına sahip olduğu tespit edilen Akdeniz ülkelerindeki sıradan insanların geleneksel olarak sevdiği bir dizi yemek alışkanlığı ve tarifidir. Bitkisel besinler bakımından zengin olan, yüksek ve orta derecede balık ve deniz ürünleri alımının, orta derecede yumurta, kümes hayvanları ve süt ürünleri tüketiminin, düşük kırmızı et tüketiminin ve orta derecede alkol alımının olduğu bir diyet modeli olan Akdeniz diyeti; ilk olarak 1950 yılında yapılan 7 ülke çalışması ile ortaya konmuştur.9 Bu çalışmada kalp hastalığı insidansı yüksek olan ülkelerde ABD, Finlandiya ve Hollanda’da Akdeniz ülkelerinden 2-7 kata fazla ölüm oranına sahip olduğu gösterilmiş ve bilimsel olarak tanımlanmıştır. Akdeniz diyeti; kan basıncını, lipit profilini, glikoz metabolizmasını, aritmi riskini veya bağırsak mikrobiyomunu iyileştirmeye yönelik risk faktörlerinin daha iyi kontrol edilmesiyle ilişkilendirilmektedir. Özetle, daha fazla sebze-meyve, kuru baklagiller, kuruyemiş ve tam tahıl alımıyla karakterize edilen daha sağlıklı beslenme kalıplarına bağlılığın artması, düşük dereceli inflamasyonu hafifleterek kardiyovasküler hastalıkları önleyebilir.8
Kan basıncını düşürmeye yönelik yaşam tarzı önerilerinin bulunduğu ve bu konuda en fazla referans verilen bir diğer diyet modeli DASH diyetidir. DASH diyetine bağlılık; kan basıncı, vücut ağırlığı, glikoz-insülin homeostazisi, kan lipitleri, inflamasyon derecesi, endotel fonksiyonu, bağırsak mikrobiyomu, kardiyovasküler hastalıklar riski ve toplam ölüm oranlarındaki azalmayla ilişkilidir. Hastalara yüksek posa, düşük kalori uygun porsiyonlarla dengeli bir diyet planlanmaktadır. DASH diyeti, yüksek oranda meyve ve sebze, baklagiller, az yağlı süt ürünleri, tam tahıl ürünleri, kabuklu yemişler, balık ve kümes hayvanları alımına karşılık doymuş yağ, kırmızı et, işlenmiş et ve şekerli içeceklerin tüketiminin azaltılması ve düşük miktarda sodyum (en fazla 6 g tuz olarak) ve rafine tahıl alımıyla karakterize edilir. DASH ve Hipertansiyon Önleme çalışmalarında diyette sodyumun azaltılmasının kan basıncını ve kardiyovasküler olayları azalttığı bulunmuştur.5 NHANES (Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Araştırmaları) ile elde edilen veriler, yüksek sodyum tüketiminin (günde> 2000 mg), kırmızı et (>14 g/gün) ve işlenmiş kırmızı et tüketiminin, şekerle tatlandırılmış içeceklerin tüketiminin artışı kardiyovasküler hastalıklara bağlı ölümle ilişkilendirilmiştir.5 Günlük tuz tüketiminin en fazla 1500-2300 mg/gün (1 çay kaşığı) (4-6 g) olması önerilmektedir. 2012 yılında yapılan Türk toplumunda tuz tüketimi ve kan basıncı çalışması ile ülkemizde tuz tüketiminin önerilen miktarın (ortalama 14 g/gün) çok üzerinde olduğu gösterilmiştir. 10
Sonuç olarak aşırı işlenmiş gıda tüketiminin hızla yaygınlaştığı günümüzde özellikle çocuklarda ve genç yetişkinlerde sağlıklı beslenme alışkanlıklarının mümkün olduğu kadar erken dönemde kazandırılması ve aktif bir yaşam tarzının teşvik edilmesi kardiyovasküler hastalıklardan korunmada son derece önemli ve gereklidir.
Kaynaklar:
- https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Olum-ve-Olum-Nedeni-Istatistikleri-2022-49679.
- https://www.who.int/health-topics/cardiovascular-diseases#tab=tab_1
- https://www.heart.org/en/healthy-living/healthy-eating/eat-smart/nutrition-basics/aha-diet-and-lifestyle-recommendations
- Mahmood, S. S., Levy, D., Vasan, R. S., & Wang, T. J. (2014). The Framingham Heart Study and the epidemiology of cardiovascular disease: a historical perspective. Lancet (London, England), 383(9921), 999–1008. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(13)61752-3
- Arnett, D. K., Blumenthal, R. S., Albert, M. A., Buroker, A. B., Goldberger, Z. D., Hahn, E. J., Himmelfarb, C. D., Khera, A., Lloyd-Jones, D., McEvoy, J. W., Michos, E. D., Miedema, M. D., Muñoz, D., Smith, S. C., Jr, Virani, S. S., Williams, K. A., Sr, Yeboah, J., & Ziaeian, B. (2019). 2019 ACC/AHA Guideline on the Primary Prevention of Cardiovascular Disease: A Report of the American College of Cardiology/American Heart Association Task Force on Clinical Practice Guidelines. Circulation, 140(11), e596–e646. https://doi.org/10.1161/CIR.0000000000000678.
- Casas, R., Castro-Barquero, S., Estruch, R., & Sacanella, E. (2018). Nutrition and Cardiovascular Health. International journal of molecular sciences, 19(12), 3988. https://doi.org/10.3390/ijms19123988.
- https://www.uab.edu/soph/regardsstudy/
- García-Montero, C., Fraile-Martínez, O., Gómez-Lahoz, A. M., Pekarek, L., Castellanos, A. J., Noguerales-Fraguas, F., Coca, S., Guijarro, L. G., García-Honduvilla, N., Asúnsolo, A., Sanchez-Trujillo, L., Lahera, G., Bujan, J., Monserrat, J., Álvarez-Mon, M., Álvarez-Mon, M. A., & Ortega, M. A. (2021). Nutritional Components in Western Diet Versus Mediterranean Diet at the Gut Microbiota-Immune System Interplay. Implications for Health and Disease. Nutrients, 13(2), 699. https://doi.org/10.3390/nu13020699
- Keys, A., Menotti, A., Karvonen, M. J., Aravanis, C., Blackburn, H., Buzina, R., Djordjevic, B. S., Dontas, A. S., Fidanza, F., & Keys, M. H. (1986). The diet and 15-year death rate in the seven countries study. American journal of epidemiology, 124(6), 903–915. https://doi.org/10.1093/oxfordjournals.aje.a114480.
- Erdem Y, Akpolat T, Derici Ü, Şengül Ş, Ertürk Ş, Ulusoy Ş, Altun B, Arıcı M. Dietary Sources of High Sodium Intake in Turkey: SALTURK II. Nutrients. 2017 Aug 24;9(9):933. doi: 10.3390/nu9090933. PMID: 28837102; PMCID: PMC5622693.