2020 Yılı, Temmuz ayından beri Akademik Akılda makaleler yazıyorum. Başlarken bir prensip kararı almıştım, sadece iyi bildiğimi düşündüğüm; eğitim, kadın sağlığı, akademik hayat gibi belirli konularda yazacaktım. Çünkü konuya vakıf olmadan yazmanın okuyucuya haksızlık ve saygısızlık olduğunu düşünüyordum. Ancak bugün bu sözümü tutamayacağım, nedenini şöyle izah edebilirim: Sonuçta emekli de olsanız bir hayatınız ve hayat tarzınız vardır. Hatta olayları detayları ile değerlendirebileceğiniz zamanınız olduğu gibi, geçmişte yaşananlarla mukayese ederek daha çok etkilenebilmeniz söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bugün farklı yazma ihtiyacı duyuyorum.
Aslında Türkiye’de benim gibi 70’li yaşlarında olanların çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Biz, Cumhuriyetimizin sağladığı eşit yurttaşlık, laiklik ve sosyal devlet ortamında, devrimlerle herhangi bir sorunun yaşanmadığı dönemde yetiştik ve hizmet verdik. Türkiye Cumhuriyet’inin 2. yüzyılında yaşanan olayları değerlendirdiğimizde iyi bir gidiş olduğu konusunda endişelerimiz var. “Bir geriye gidiş mi var?” sorusuna “kesinlikle hayır” yanıtı alamıyoruz. Konuyu biraz daha açmak istiyorum.
Ben Kıbrıs’ın yaklaşık 27 haneli küçük bir Türk köyünde doğdum. Annem okuma yazma bilmeyen bir ev hanımı, rahmetli babam ise ilkokulu bitirmemiş bir maden işçisi idi. Şartlar uygundu, gayretlerim yeterli olmuş, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldum ve okulumda 40 yılı aşan bir dönemde akademisyen olarak çalışarak hizmet verdim. Sevgili okurlarım bu öykü benim dönemim için nadir rastlanan bir olgu değildir. Söylemeye çalıştığım, Cumhuriyetimiz sayesinde ülkemizin sunduğu olanaklarla, herkesin hedeflerine ulaşabileceği bir ortamın sağlanmış olmasıdır. Bu konuda birçok örnek vardır. Günümüzde ise her aşamada ölçüler çok değişti, kabul edilemez değerlendirmeler yapılmaktadır.
Biz Atamızın devrimleri sayesinde Latin harflerle okuduk, yazdık ve bu şekilde dış dünya ile kolaylıkla iletişime geçebildik. Çalışmalarımızı aktarıp tartışabildik. Giyim ve kuşamımız en medeni ülkeler ölçüsünde düzgün ve hoştur. Din ve ahlak konusunda da bu kuşağın hiçbir eksiği yoktur. İmam olmayan gerçek din dersi öğretmenleri ile Müslümanlığı ve iyi ahlaklı olmayı öğrendik. İslam gibi manevi bir dinin gereklerini özümsedik. Dinimizle ilgili önerilen yanlışlara, gösteriş ve şekilciliğine takılmadık. Eğitim için tarikat ve cemaatlere ihtiyaç duyulmayan bir dönemde huzurlu ve mutlu kişiler olarak yaşadık. Günümüzde ortaçağ zihniyetini andıran aşırı bağnaz kuralları ile birlikte, birer işletme haline dönüşen tarikat ve cemaatlere neden ihtiyaç duyulduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Bunlar sadece oy potansiyeli olarak görülüyorsa, bu daha da vahim. Vay halimize! Bu aşamada kalmayacaklarını daha evvel gösterdiler. Ülkemiz 15 Temmuzu niye yaşadı? Olaylar bu kadar çabuk unutulur mu?
Rahmetli Bülent Ecevit sayesinde Türklüğümüz ile gurur duyduk. Canımızı, malımızı, her şeyimizi güven altına aldık. ABD’nin ambargo kararına rağmen dik durmayı becerdik. Kıbrıs sorunun detayları ile anlatıldığı Stanley Mayer’in Makarios III isimli biyografi kitabını yakın zamanda okudum ve gördüm ki; Burada Merhum Adnan Menderes zamanından başlanarak Türk hükümetlerinin ve Kıbrıs Türk liderleri merhum Dr. Fazıl Küçük ve Rauf R. Denktaş’ın mücadeledeki başarıları çok onur vericidir. Emeği geçen herkesi rahmetle anıyorum.
Son yıllarda bilimden ne kadar uzaklaştık ve nelere heves ettik? Lütfen düşünelim. Kuranı Kerim’deki bir sureye göre ışıklar içinde ekonomi yönetip, onulmaz yaralar açtık. Çoğunluğu fakirleştirip, küçük bir azınlığı da zengin edip dengeleri bozduk. Din eksenli yaşam tarzı ve yönetim şekline olan hevesimiz günden güne artmaktadır. Artık kendimizi tutamayıp din devleti konusundaki hevesimizi açıkça ilan ediyoruz. Laiklik rafa kalktı. Tarikat ve cemaatlere her kapı açıldı. Ülkenin geleceği olan çocuklarımızın eğitiminde din eksenini seçtik. Milli eğitim bakanı TBMM’inde olayı bütün detayları ile ilan etti ve uygulamalar başladı. Üniversitelerin hali ortadadır. Bu zamana kadar onurla taşıdığım İstanbul Üniversiteli olmamı artık ifade edemiyorum. Unvanımdan da vazgeçtim. Tamamen bilim dışı değerlendirmelerle rektör olarak atananların yarattığı harikalar ortadadır.
“İtibardan tasarruf olmaz” dedik. İşi “sonradan görme” aşamasına kadar getirdik. Hafızamı hep yokluyorum, evet İngiltere gibi bazı Krallıkla yönetilen ülkelerde, devleti temsil eden en üst yöneticiler eskiden kalma saraylarda yaşıyorlar. Ancak bu devirde kendine saray yaptırıp oturan cumhurbaşkanı bulamıyorum. Yabancı devlet adamlarını karşılamalardaki tantana ne kadar rahatsız edici! Orman yangını, deprem gibi afet bölgesine gidişlerde dahi oluşturulan konvoy ve yaşanan şaşa tarihte görülmemiştir. Devletin paraları nasıl ve nerelere harcanıyor? Aslında uzaya adam göndermeyi de bu kapsamda düşünüyorum. Türkiye ve İnsanlığa yapacağı katkıyı ve deneylerinin sonuçlarını çok merak ediyorum. Mutlaka bunların paylaşılması gerekir. Yoksa bu da bir seçim yatırımı mı? Veya ülkemiz oldukça pahalı bir astronota mı kavuştu?
Etkin bir iletişim aracı olan T.V. Kanalların çoğu vur patlasın çal oynasın havasında. Haber kanallarında ise sadece siyasiler var. Çoğunlukla yalan ve iftiralarla dolu suçlamalar işitiyoruz. Seviye çok düşük, rahatsızlık boyutunda oluyor. Siyaset yapmayı yalan söylemekle eş tutanlar var. En yetkili ağızlar muhaliflerine hakaret ederek ve aşağılayarak sesleniyor. Bazen tehditler de savurabiliyorlar. Ben eğitimde gelinen dinci yapıda, anaokullarına kadar inen eğitimci olmayan imamların çocuk psikolojisi ve eğitimdeki kısa ve uzun vadeli sonuçlarının değerlendirildiği herhangi bir TV programına rastlamadım. Aslında ülkemizde çok iyi pedagoglar ve eğitimciler var. Son zamanlarda ordumuzla ilgili haberler de çok rahatsız edicidir. Yıpranmış ve zayıf bir Türk ordusu gerçek bir beka sorunudur. Bunu Kıbrıs’ta Rum saldırılarını yaşamış biri olarak iyi bilenlerdenim.
Her seçim zamanı yurdumuzda hava daha da ağırlaşmakta sürekli karşılıklı atışmalarla bizler umutsuz ve mutsuz oluyoruz. Yine eşit şartlarda yürümeyen bir seçim, hiçbir şekilde güven vermeyen bir Yüksek Seçim Kurulu, sahte seçmenler ve sandık güvenliği sorunları ile endişe duyuyoruz. Bizler bu gidişle sakin, normal şartlarda gerçekleştirilen adil bir seçim yaşama umudumuzu yitirmek üzereyiz.
3 yorum
Sayın hocam, çok doğru tespitlerde bulunmuşsunuz. Yazdıklarınızın, okuyanlar tarafından doğru anlaşılmış olmasını dilerim. Malum, din adına çok erken yaşlardan itibaren hurafe bilgilerle eğitilenlerin, dünya görüşleri ve olaylara bakış açıları çok dar oluyor.
Bir akademisyen meseleleri çok yönlü analiz eder.
Tek bir parametreye bakarak karar vermez.
Özellikle sağlam verileri esas alarak değerlendirmeler yapar.
Sosyal medya yalanlarına, dedikodulara ve gazete küpürlerine bakarak hüküm ortaya koymaz.
Değişen ve gelişen dünyanın şartlarını göz önünde bulundurarak geniş bir perspektiften problemlere eğilir ve sağlıklı çözüm önerileri sunar/teklif eder.
Mantık kurallarından asla ama asla taviz vermez.
Tikel olumsuz örneklere bakarak genellemeler yapmaz.
Yaşanan güzel gelişmeleri de takdir eder ve cesaretlendirir.
Bardağın dolu tarafını görmesini de bilir.
Özetle kaliteli akademisyen olmak öyle kolay değildir.
Bu yazdıklarınızın çoğu yıllardır muhaliflerin dillendirdiği şeyler. Bulduğunuz her şeyi doldurmuşsunuz. Yeni ve makul bir şey bulmak zor. Ve değerlendirmeler sokak dilini yansıtıyor; akademik akla hiç yakışmıyor. Bence siz yine iyi bildiğinizi düşündüğünüz konularda yazın. Umarım o konularda bildikleriniz de bu yazınızdakiler gibi değildir.