Ülkemizde “radikal” kavramı korku ve endişe ile karşılanmış ve çoğu kez reddedilmiş bir kavram.
Kelime, “kesin, köklü, kökten” anlamlarını yükleniyor. Birey radikal fikirleri taşıyorsa, radikalizm yandaşı olarak algılanıyor, yani “köktenci”.
Artık bir kavrama toplumun egemen güçleri endişe ile bakıyorsa o kavram sorun olmuştur, “tehlikelidir”.
Oysa dilimize Fransızca’dan giren bu kelime, “kesin, köklü, kökten” anlamında kullanılır ve “Radikalizm” olarak felsefi yönüyle kavramlaştırılırsa, düşünce dünyamıza yeni boyutlar kazandırabilir.
Radikalizm*, artık tanımlanmış olarak topluma “toplum yaşamında özellikle de bilimde, dinde, siyasada kökten yenileşme eğilimi” kazandıracaktır. Avrupa Birliği sürecinde buna ihtiyacımız yok mu? Var! Sosyolojik anlamda “kurulu düzeni kökten değiştirmeye yönelik toplumsal ve ekonomik değişimlerden yana olan tutum ve öğreti” kültürü oluşturacaktır. Ters dönen çarkı, yani düzeni değiştirecek, rejimi değil!
Toplumun yaşam felsefesine, “bir gerçeği ya da bir düşünceyi hiç ödün vermeksizin, yalnızca belli bir ilkeye bağlı kalarak, sonuna değin sürdürme tutumu” bağlamında anlam kazandıracaktır.
Demokrasi ilkeler sistemi değil mi?
Ne var ki felsefenin yaşam biçimine dönüşmediği toplumlardan en dorukta olan sivil örgütlerin liderlerine kadar kavramlar içleri boşaltılarak kullanılmaktan kurtulamıyor.
Radikal Amerika’ya bakalım; “Diplomasi” adını taşıyan kitabında ünlü eski ABD Dışişleri Bakanı Kissinger: “Birleşik Devletler, dünyadaki en iyi yönetim sistemine sahiptir ve insanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip, onun uluslararası hukuk ve demokrasiye saygısını kabul ederse barış ve refaha kavuşabilir” demekten çekinmiyor; yani radikal.
Aynı eski Dışişleri Bakanı:
“Amerika’nın geçmişinin Wilson’cu idealleri insanlık için barış, istikrar, gelişme ve özgürlük- sonu olmayan bir yolculukta aranmak zorundadır” geleneğinde dayatmaktan vazgeçmiyor.
“… Birbirine denk güçte birçok devletten oluşan bir dünyanın düzenini, bir tür denge kavramı üzerine oturtmak zorunda olmasıdır ki, Amerika hiçbir zaman bu fikri rahatlıkla içine sindirememiştir.” (Kissinger)
Konservatif Avrupa’ya bakalım:
Nedir Avrupa?
Demokrasi
İnsan hakları
Hukukun üstünlüğü
Laiklik
Özgürlük
Barış
Uzlaşma
Bir Konservatif Avrupa ile müzakere masasına oturduğumuzda radikal dönüşümlere hazır olabilmeliyiz.
Güdümlü demokrasiden doğrudan demokrasiye…
Yapay insan haklarından doğal insan haklarına…
Devletin üstünlüğünden hukukun üstünlüğüne…
İnsanın laikliğinden devletin laikliğine…
İnsana kulluktan özgürlüğe…
Etnik ve dinsel korkulardan barışa…
Kültürel farklılıklardan uzlaşmaya…
Uygarlıktan uygarlığa…
Özetlersek:
Yeni bir Rönesans ve yeni bir reforma hazır olmalıyız.
Müzakere süreci böyle bir iklimi dayatır.
*Püsküllüoğlu; Yabancı Deyimler Sözlüğü