2547 sayılı kanun’un 58. maddesi, yeni “Tam Gün Yasası” taslağında aşağıdaki şekilde değiştirilerek yer almıştır.
“Yükseköğretim Kurumlarında üniversite yönetim kurulunun önerisi ve Yükseköğretim Kurulunun onayı ile döner sermaye işletmesi kurulabilir.
Kurulacak döner sermaye işletmesinin başlangıç sermayesine ilgili Yükseköğretim Kurumu bütçesinde bu amaç için ödenek öngörülmek şartıyla katkı sağlanabilir.
Döner sermaye işletmesi faaliyetlerinden elde edilen gelirler, birimler itibariyle ayrı hesaplarda izlenir.”
Önce şunu söylemekte yarar görüyorum:
Biz bu yasa değişikliğini analiz ederken, yükseköğretimin kurumlarına (üniversite, yüksekokul, enstitü vs.) özerklik (idari, mali, bilimsel) getirir diye önerilerde bulunmuyoruz.
Üniversitelerin özerkliği ile bu yasal değişikliğin uzaktan-yakından hiçbir ilişkisi yoktur.
“Anayasa” ve “YÖK” yasasında “radikal” değişiklikler yapılmak kaydıyla bu özerklik konusu gerçekleştirilebilir ve evrensel anlamda üniversiteye geçiş sağlanabilir.
Bu yüzden biz mevcut durumun daha “az zararlı” olmasını engelleme adına önerilerde bulunuyoruz.
Yukarıda yasa değişikliklerinden alıntı yaptığımız paragraflarda “…döner sermaye işletmesi kurulabilir” denmektedir.
Yani, kurulmayabilir de!
Doğrusu her üniversitenin döner sermaye kurup kurmama hakkının olması önemli bir “hak”tır; ancak ekonomik özerklik anlamı taşımaz. Hesapların ayrı birimlerde izlenmesi de önemlidir.
Bunun önemi disiplinlerin çalışanlarının performanslarını tüzel kişilik olarak izlemeyi sağlayabilir.
Yapılacak performans karşılığı ödeme hesaplamasında yardımcı olamayabilir.
Tam gün yasasının nedense en çok tartışılmak istenen kısmı performans karşılığı ödenecek paranın belirlenmesindeki kriterlerdir.
Öncelikle, döner sermayeye ya da yükseköğretim kurumlarına gelir üniversitelerin kendi öz kaynaklarından gelecekse -ki yasa bunu esas alıyor- o zaman “para üreten” performansları dikkate almalıyız. Buradan hareketle, “herkesin kazandırdığı kadar ve ürettiği oranda” kazanmasını sağlayan bir performans anlayışıyla disiplinleri korumalıyız.
Çok kazandıran disiplinlerin gelirlerini “döner sermaye”nin ucu bucağı belli olmayan harcama kalemlerine yayarsak ve kazandırmayan disiplinleri dengeleme yaklaşımında bulunursak, “İki yanlış bir doğruyu götürür” uygulamasına kapılırız ki, sonunda elimizde doğru kalmaz.
Üniversitelerde tıp fakültelerinin döner sermayelerinin diğer bütün fakültelerden daha “zengin” olduğu bilinen bir gerçektir.
Tıp fakültelerinin kendi içinde bulunan disiplinlerin farklı farklı gelir sağlayabildikleri de bir gerçektir.
Diğer fakülteler içinde sosyal bilimlerin “ekonomik değer” üretme potansiyellerinin az olduğu düşünülerek döner sermayeden rektörlükçe desteklenmeleri her zaman sorun olmuştur.
Bu yüzden yasa koyucular disiplinleri özerk hale getiren bir yasa dizaynı yapmadıkça “adalet terazisi” dengelenemeyecektir.
“Ekonomik değer” üretmenin sorumluluğunu yüklenme iklimine sokulmayan hiçbir disiplin üniversiteye artı değer taşıyamaz.
Bir örnekle bitirmek istiyorum: Yasa koyucu cümleye şöyle başlıyor: “Gelir getiren görevlerde çalışan öğretim üyesi ve öğretim görevlilerine…yüzde 800’ünü”
Demek ki gelir getirmeyen görevlerde çalışan öğretim üyesi ve öğretim görevlileri de var…
Tıp fakültesi öğretim üyesi gelir getirdiğine göre: performansını belirleyen parametrelere göre de kazancı olması gerekir:
- Hasta bakımı
- Poliklinik hizmetleri
- Araştırmalar
- Dersler
- Seminerler
- Tez ve diğer danışmanlıklar
- Projeler
- Ameliyatlar
- Kongre ve paneller
vs.
puanlandırılmalı, emek ve enerji tüketilen etkinlikler performansı oluşturan değerler olmalı ve %800 önerisinin içi bu şekilde doldurulmalıdır.
Aynı yaklaşım, tüm disiplinlerde çalışan personel için de geçerli olmalıdır.
En büyük değer “emek”, en büyük sermaye “zaman”dır.
Sevgi ve saygılar.