Ülkemizde dava açma bir moda haline geldi.
Herkes birbirine dava açıyor.
Başbakan muhalefet liderine, muhalefet lideri Anayasa Mahkemesine, Anayasa Mahkemesi partilere, partiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine…
Vatandaş devlete, devlet vatandaşa…
Hasta doktora…
Öğretim üyesi rektöre, rektör öğretim üyesine…
Listeyi uzatmak mümkün.
Ne oluyor?
İnsanlar adalet mi arıyor?
Öyleyse “devlet” neden dava açıyor?
Devlet sosyal bir kavram.
Adaleti kendisi sunması gerekir.
Yoksa “adalet” olmadığı için mi herkes mahkeme peşinde koşuyor.
“Bekleyen dava sayısı bir milyon.”
Buna yetiştirecek hakim, savcı, avukat, memur ihtiyacı nasıl karşılanacak?
On yıl, 20 yıl, 30 yıl süren, ömür çürüten, bitmeyen davalar.
Ne yapmaya çalışıyoruz?
İnsanların hayatlarını “cehenneme” çevirmeye mi, yoksa adaleti (dengeyi-hakkı) uygulamaya mı?
“Geciken adalet, adalet değildir”
Söz olarak doğru.
Eylem olarak: “Bekleyen dava sayısı bir milyon.”
Her dava asgari iki taraf gerektiriyor.
Her “taraf” asgari 4 (bir aile) insanı ilgilendiriyorsa, 8 milyon insan her gün “mahkeme stresi” içinde sonuç bekliyor.
Avrupa Birliği (AB)’nde nüfusu 8 milyon olan kaç devlet var?
Ülkemizde AB’de bulunan 3-4 devletin nüfusu kadar insanımız mahkemelerde ömür tüketiyor.
Sonuç: “Yargı bağımsız değildir.”
“Darbe Anayasası” ile yönetilen bir ülkenin yargısının bağımsız olmasını beklemek hangi akıl, mantık, bilim, çağdaşlık, hatta insanlık ilkelerine uyabilir?
Bu düşüncelerle, Sayın Yargıtay Başkanının yeni adli yılın başlamasından dolayı düzenlenen törendeki konuşmasını izledim.
Sayın Gerçeker şöyle diyor:
“Vatan, millet sevgisi, ilkel, modası geçmiş bir duygu değil, özgürlükçü demokrasinin ve toplumların geleceğinin de vazgeçilemez güvencesidir.”
Bu ifade için iki can alıcı soru sorulacaktır:
Bizim ülkemiz (üniter yapısıyla) “özgürlükçü demokrasi”nin neresinde, hangi aşamasındadır?
İkinci soru “Özgürlükçü demokrasi”nin olmadığı ülkelerde vatan millet sevgisi yok mu?
Şayet bu söylemle Sayın Yargıtay Başkanı “üniter devlet” yapısıyla bağlantı kurarak temel değerlerin korunmasını “özgürlükçü demokrasi olmazsa olmazıyla” temellendirmek istiyorsa o zaman da bir an önce “adalet” kavramı, felsefesiyle toplumumuzun yaşamına geçirilmelidir.
Bildiğim ve izlediğim kadarıyla Sayın Gerçeker’in konuşmasının içeriği olumlu, ümit verici ve yargıya güveni arttırıcı mesajlar taşıyor.
Saygı ve sevgiler.