YÖK çok tartışıldı.
Hâlâ da tartışılıyor.
Anayasa’nın 130-131. maddeleri, evrensel insan hakları iklimini oluşturan bir anayasayla bütünleşmedikçe YÖK tartışmaları bitmeyecek.
Aslında “darbeler” bizi (toplumu) öyle bir tartışma çıkmazına sokmuş ki, birbirimizle konuşmayı unutmuşuz.
“Konuşmak için konuşmak” kısır döngüsüne girmişiz.
Konuşup birbirimizi anlamayı hep ıskalamışız.
Darbelerden sonra “Demokrasiye ne zaman geçeceğiz?” demişiz.
Darbecilerin yaptıkları anayasaların, yasaların, yönetmeliklerin “ne zaman düzeltileceği muhabbeti” yapmışız.
Önce anayasayı değiştirmezsek “yasaları değiştirmenin ne anlamı var” diye endişelenmişiz.
“Anayasayı değiştirmeden ‘YÖK’ yasasını değiştirmenin ‘ne değeri var?” yargısında bulunmuşuz.
Hep tepeleri sorgulamışız.
Hep işe doruklardan başlamışız.
Her zaman yukarıdan aşağıya bakmaya şartlandırılmışız.
Yöneticileri hedeflemişiz.
Yönetici olunca da aynı şeyi yapmışız.
Sonuçlara göre düşünmüşüz.
Dünya dönmüş, biz de dönmüşüz.
Birileri “İnecek var” demiş, biz de inmişiz.
Sonunda dünyanın bize ihtiyacı olmadığını, bizim dünyaya ihtiyacımızın olduğunu anlamışız.
Ve son on yıldır kendimizi, toplumumuzu, dünyayı ve evreni yeniden yorumlama sürecine girmişiz.
Medeniyetin ne olduğunu özgün bir yaklaşımla tanımlamaya başlamışız.
Yeni bir bilim dili, yeni bir sanat dili, yeni bir inanç dili oluşturma heyecanını yakalamışız.
Gelmiş geçmiş tüm ideolojilerin ve düzenlerin evrensel değeri olmayan yönlerini sorgulama cesaretini gösterebilme erdemine kavuşmuşuz.
Ve bu erdemi gösterebilecek insanları kendimizin yetiştirebileceği gerçeğini tarihsel olarak ispat edebilmişiz.
Devrimle-darbenin, ittifakla-ihtilafın, tutuculukla-ilericiliğin, statükoyla-dinamikliğin, yaradılışla-evrimin, Devletle-Devletçiliğin, ideolojiyle-dünya yorumunun, bilimle-bilginin, felsefeyle-tasavvufun, dinle-ateizmin çelişkilerini çözme sürecini yaşama onurunu benimsemişiz.
Özetle, uzun yıllar “tümdengelim” yöntemiyle toplumumuzu manipülasyonlarla, toplum mühendisliği oyunlarıyla oyalayan “devletçi” yaklaşımın yerine “tümevarım” yöntemiyle ivme kazanan yeni bir öncü insan gücüne kavuşmuşuz.
Bu gücü, “özerk üniversite” kavramı çerçevesinde ve YÖK veya benzeri bir üst kurumla yeniden kurumsallaştırma sürecine sokarak “bilim ordusunu” harekete geçirmeliyiz.
Saygı ve sevgiler.