Adaletin temel taşlarından biri olarak kabul edilen eşitlik, her zaman adaletin tam anlamıyla sağlandığı anlamına gelmez. Konuyu şu sorularla açabiliriz:
– Yasalar kapsamında eşitlik yeterli midir?
– Her uygulamanın yasasının olması adaleti, kapsayıcılığı sağlar mı?
Eşitlik ve adalet, birbirini tamamlayan kavramlardır. Yasalar, toplumda eşitliği ve adaleti sağlamak için önemli araçlardır fakat tek başına yeterli değildir. Çünkü şekil şartları olarak görülebilen yasalar, fertler arasında ayrım yapmadan eşit davranma amacıyla oluşturulsa da yasaların uygulanma şekli ve etkileri farklılık gösterebilir.
Dolayısıyla herkesin aynı haklara sahip olması eşitlik anlamına gelirken; adalet, fırsatların, hakların, uygulamaların adil bir şekilde dağıtılmasını, kullanılmasını gerektirir. Örneğin okullarda öğrencilere aynı ders kitaplarının ücretsiz verilmesi eşitlik karinesine hizmet eder. Ancak eğitimin niceliksel koşullarındaki bu eşitlik niteliksel boyutta adaletin sağlanması için yeterli değildir.
Özetle eşitlik, herkese aynı fırsat ve kaynakların verilmesini sağlarken; adalet de bunların bireylerin ihtiyaç ve durumlarına göre dağıtılmasını olanaklı kılar.
Bu bağlamda her uygulamanın yasasının olması adalet ve kapsayıcılık için temel şarttır. Ancak yasaların nasıl uygulandığı, farklı kesimlere nasıl yansıdığı ve etkileri gibi sorular; toplumda fırsat eşitliği ve sosyal adaletin sağlanması açılarından kritiktir. Yani eşitlik, adaletin önemli bir bileşeni olmakla birlikte tek başına adaleti sağlayamaz.
Uzun ve zorlu bir süreç olan toplumsal adaletin inşasında, adil bir hukuk sistemi, eğitim, siyasi sistemin kapsayıcı bakışı, kurumsal yapı ve aralarındaki ilişkiler gibi birçok faktör yanında ekonomik yapı ve organları olan şirketler, onları düzenleyen ve denetleyen çerçeve de etkilidir. Çünkü güçlü ve adil bir ekonomik yapı toplumsal adaletin sağlanmasına; dezavantajlı grupların desteklenmesine, sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürünün gelişmesiyle toplumsal eşitliğin sağlanmasına hizmet edecektir. Dolayısıyla bu bakış açısıyla eşitlik yerine adalete aşağıdaki başlıklarda dikkat çekilmektedir:
Şirket Faaliyetlerinin Yürütülmesinde Adaletin Önemi
İktisadi faaliyetlerin temel kurumları olan şirketlerde adalet ilkesi, genel anlamda tüm paydaşların, menfaat sahiplerinin; özel anlamıyla tüm pay sahiplerinin haklarının eşit işleme tabi olması konularını içermekte ve düzenlenmektedir. Bu düzenlemelerin mükemmel şekli de, iyi kurumsal yönetişimi sağlamış yapılarda mümkündür.
Ülkelerin bütün kuruluşlarında, iyi kurumsal yönetişimi sağlamak için şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk ve adalet olmak üzere temel dört kurumsal yönetişim ilkesi vardır. Bunlar, aile şirketlerinin sonraki kuşaklara geçişinin mümkün olabilmesinde veya belli seviyede kurumsal kapasiteye sahip işletmelerin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesindeki gerekli yapıların taşıması gereken özelliklerin genel çerçevesini ve çalışma şekillerini belirlemektedir.
Adalet Merhamet Değil Devletlerin Sarsılmayan Temelidir
En yaygın bilinen şekliyle adalet mülkün temelidir sözündeki adalet kavramıyla, devletin egemenliği veya düzenin esası anlatılmak istenmektedir. Devleti oluşturan, bir arada yaşayan insanların sahip olduğu vatandaşlık, bireyi devlete bağlayan hukuki bir bağdır. Bu hukuki vatandaşlık bağı hem bireylerin devletinden hem de devletin bireylerden davranış şekli olarak adaleti talep etmelerine yasal bir dayanak ve düzenin sorunsuz işleyişi için temel gereklilik olmaktadır.
İnsanların bir arada yaşamalarını sağlayan, bireysel olduğu kadar ortak idealleri formülleştiren düzen ve adalet kavramları kamu yararı için en temel iki unsurdur. Zira insanlar arasındaki kültürel, statü, servet gibi farklılıkları bir tarafa bıraktığımızda aslında onların temel ihtiyaçlarının: güven duyma, kabul görme, takdir edilme, değerli olma ve en önemlisi adalet duygusunu yaşayacakları bir düzende hayatlarını sürdürmek olduğunu görürüz.
Bu konuda Fatih Sultan Mehmet’in şu sözü de adaletin bir beka sorunu olabileceğine işaret etmektedir: Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.
Bu sürecin yaşanmaması ve adaletin herkese lazım olacağı gerçeğiyle; adalet sisteminin bağımsızlığı konusunun önemine M. Kemal Atatürk’ün şu sözüyle dikkat çekebiliriz: Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz.
İslam ve Adalet
Sevap, vebal, düzen gibi kavramları içeren anlam dolu bir kelime olan adalet, bir bireyin veya devletin farklı parçalarının uyumlu ilişkisini sağlar. Diğer bir ifadeyle tüm tarafları kapsayıcı ve yararına olacak şekilde dengeli çalışması, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. İslam dininin temelinde de herkesin yararını gerçekleştirme amacı vardır. Bu hedefe ulaşılırken adalet olgusundan hareket edilir. Adaletin önemine, Nisâ Suresi 135. Ayette (Diyanet İşleri Meali) şöyle dikkat çekilmektedir:
Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Toplumsal hayatın işleyişinde önemli bir faktör olan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesinde de İslam dininin değer yargıları ve ahlaki kuralları: Maddi kaynakların elde edilmesinde ve kullanılmasında adaletli davranılarak refah artışının sağlanması için önce Allah’a sonra da topluma karşı olan görevlerin yerine getirilmesini sağlayan bir sistem olarak karşımıza çıkar. Özellikle kul hakkının gözetilmesi, helal anlayışının bir yaşam tarzına dönüşmesi ile adil gelir dağılımının sağlanması istenilen bir durumdur. Fakat bunun dini emirlerle sağlanamadığı konusunda Alev Alatlı değişik bir açıyla bakmaktadır:
Binlerce yıl öncesinde olduğu gibi günümüzde de dinin aslî hasmı, dinsizlik değil, yine dindir. Ve dolayısıyla, konuşmamın odakladığı “helâl” kavramı, muhtelif isimler altında ama hep var olmuştur ve olacaktır. “21. yüzyılın en yaman toplumsal projesi, helâl olanı, yasal olanla örtüştürmek olsa gerek” derken, “helâl” kavramına küresel geçerliliği olan değişmezlik, adeta matematiksel bir konstant niteliği yükleyebilmiş olmaklığım bundandır. (…) Bu bakış: “her yasal hakkın helâl olmadığını hatırlatmak noktasında uyarı olarak da telâkki edilebilir”.
İş Yaşamında Adaletin Sağlanmasının Önemi
Gençlerimizin eğitim ve sonrasındaki iş yaşamına yönelmeleri süreçlerinde eşitler arasında aynı rekabet koşullarının oluşturulması konusu da çok önemlidir. Adil, kapsayıcı rekabet koşullarının oluşturulmasının önemi konusunda Konfüçyüs’ün şu sözü önemlidir: Eğitimli insanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar.
Özetle şahsi veya kurumsal bir ilişkide adalet varsa, nesnel bölüşüm ve süreklilik mümkündür. Bizim bunu sağlayacak yapılara ihtiyacımız var. Gerisi kayıkçı kavgasıdır.
Ülkenin geleceği için doğru yöntem: Saydamlık, Adalet, Sorumluk ve Hesap verilebilirlik üzerine gerekli sistemleri kurmak ve işletmektir.
Başta adalet sistemimiz olmak üzere hukukun üstünlüğüne, kurumların özerkliğine olanak tanıyacak yapılanmalar sayesinde hem bireysel hem de toplumsal değerler güvence altında olacaktır.
Adaletin temel taşlarından biri olarak kabul edilen eşitlik, sadece şekil şartı olarak yeterli görülmemeli. Çünkü hayatın ve iş yaşamının etkin işleyişi için tesis edilen sistemlerin inşası ve yapıların çalışması birilerini idare etme, günü kurtarma amaçlı kurulmuşsa, adalet yoksa organizasyon mükemmel de olsa sadece vitrin olarak kalacaktır, yazık olacaktır.