Korkmak, her insanın doğasında var. Birey olarak da, bir hekim olarak da korktuğumuz olaylar, nesneler vardır. Korku, her zaman ve her yerde var olmuştur, olacaktır. Ameliyat sonrası hastada komplikasyon çıkmasından, yarasının açılmasından, hastanın yapılan işlem ya da cerrahi sonrasında sakat kalmasından, daha da ilerisi, hastayı kaybetmekten her zaman korkmuşuzdur.
Kimi az kimi çok, ama herkes yeri geldiğinde korkar. Dozu, şiddeti, kişiye göre farklı olmakla birlikte, herkesin yüreğinde en azından bir “Yaradan korkusu” hep vardır. “Ben korkmam” diyen, aslında en çok korkandır. Kromozomu 46 yerine 176 olanımız olmadığına göre, hepimiz az çok birbirimize benzeriz. Yani aynıyız.
Kimi uçaktan kimi gemiye binmekten kimi denizden kimi yükseklerden korkar.
Korkuyor diye kimseyi ayıplamamak lazım.
Örneğin ben, henüz ameliyata girmeden başlayan, ameliyattan sonra hasta taburcu olana kadar, yüreğimde bir kıpırtı hisseder dururum. Yanlış tanı koymaktan, yanlış tedavilerden, ilaç yan etkilerinden, yanlış anlaşılmaktan pek çoğumuz korkmuyor mu?
Korkularımız çok çeşitli. Sürülmekten, tayin edilmekten, yerinden yurdundan edilmekten, sabahın bir saatinde alınıp götürülmekten korkmayan var mı? Zaten polisten de askerden de korkmamak elde değil.
Kimileri çok seviyor gibi görünse de, aslında ben silahtan da korkarım. Bir zamanlar, babadan kalma ruhsatlı tabancamı bile koyacak yer bulamazdım. Ortalıkta hiç bırakamazsın, el ayak erişmeyecek en ücra yerlere koyarsın, sonunda koyduğun yeri sen de unutursun. Unuttum da. Harcını, vergisini vermeyi bile unuttum. Sonunda jandarma “Getir” dedi. Götürüp devlete teslim ettim de kurtuldum.
Cerrahız, devamlı ameliyata gireriz de, kendimiz ameliyat olamayız. İtiraf edeyim, ameliyat olmaktan, hatta iğne bile olmaktan korkarım ben. Bunlar benim kişisel korkularım.
Kişisel olan korkuların yanında, bir de toplumsal korkular var. Neredeyse, korkutulmuş, sindirilmiş bir toplum olduk. Yolda giderken bir toplumsal olayın içinde kalıvermekten, kör kurşuna, molotof kokteyline ya da serseri bir bombanın hedefi olmaktan korkmayanımız var mıdır? Durakta otobüs beklerken ya da kaldırımda masumane yürürken bir hız düşkününün arabasının altında kalmak işten bile değil.
Gece vardiyasına giden hemşire, akşam iş çıkışı yorgun argın otoparktaki arabasına giden meslektaşımız, arkadaşıyla bir bankta el ele sohbet eden ya da güpegündüz parkta spor yapana saldırıları medyada devamlı görüyoruz.
Peki, aramızda evine hırsız girmeyen kaç kişi kaldı? Şimdilik bizde sayı bir. “Bende iki”, “Bende üç” diyenleri duyar gibi oluyorum. Hastanedeki odasından cüzdanı, evinin önünden arabası çalınan, olmadı kundaklanan. Bankalar, PTT, kuyumcular, bankamatikten maaşını çekmeye çalışan emekli ve yaşlılar devamlı tedirgin olmasın da ne olsun?
Hiç korkusuz denilen sağlıkçılar da korkuyorlar. Gün oldu, sağlıkçıların başına bir tek balyoz vurmadıkları kaldı. “Onu da yapsalar da, bizler de onlar da kurtulsak” demeye dilimiz varmıyor.
Bu ülkede, hemen her bir şey için ceza vardır. Hele devlette çalışana, iş görene ceza pek revaçtadır. Sağa baktın ceza, selam vermedin ceza, yazı yazdın ceza, kitap çıkardın ceza. Ama tek bir şey için ceza yoktur. O da tembelliktir. İş yapmayana, popo üstü yatana hiç kimse ceza vermez.
İşte böyle arkadaşlar. Toplumumuz, evet bu koca ülke, maalesef bir korku toplumu oldu çıktı. Korkutulduk biz, korkutulduk. İnsanlar neredeyse nefes almaya bile korkacaklar.
Yanıt mı, işte size:
Etliye sütlüye yazılar yazıyoruz, yorumlar, eleştiriler gırla. Zülfüyâre dokunan, idareyi eleştiren yazılar yazıyoruz, kimsede tık yok.