Pek çoğunuz biliyorsunuz, Hürriyet gazetesinin, 01 Ağustos 2013 sayısında “Üniversitede skandal ilan” başlığıyla“Meltem Özgenç-Dinçer Gökçe tarafından yazılmış, bir haber yazısı çıktı.
“Öğretim üyesi arayışı olan üniversiteler, bu ihtiyaçlarını, Basın İlan Kurumu aracılığı ile verdikleri ilanlar aracılığı ile karşılamaya çalışır. İlanlarda, aranan öğretim üyesinin taşıyacağı özellikler ayrıntılı bir biçimde yer alır. Bu durum ‘adrese teslim ilan’ tartışmasını da beraberinde getiriyor. Ancak bu kez, ‘skandal’ nitelikte bir ilan hazırlandı. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi için verilen ilanda alınacak öğretim üyelerinin adları açık açık yazıldı.”
Yazının altına, orijinal ilanda, açılacak olan kadroların yanında atanacak olanların isimleri ve durumları açıkça gösteriliyordu.
Sonrasında ortalık karıştı. Konuyla ilgili olarak, medyada ve internette pek çok görüş yazıldı.
İlgili üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Arif Yılmaz, olayın duyulmasından sonra, yaptığı ilk açıklamada, “Hoş bir şey değil, gereken yapılacak.” dedi. Birkaç gün sonra da istifa ediverdi.
Bence olay, üniversite yönetimi ve ilgili görevlilerin acemiliğinden öte bir şey değil. Arkadaşlar bilerek ya da bilmeyerek “KRAL ÇIPLAK” deyivermişler, hepsi o kadar. Büyütmeye bile gerek yok.
Bugüne kadar bu işler hep böyle olmadı mı? Kadrolar adrese teslim yapılmadı mı? Kadroya atanacak olanlar zaten baştan bellidir. Halen üniversitelerinde çalışanlar, doçentlik sınavını geçtiklerinde yapılacak olan, onların doçent kadrolarına atanmalarıdır. Personel daireleri, doçentlik kadrosu bekleyenlerin listelerini rektörlük makamına iletirler. Belli bir sıra içinde rektörlükler bu kadro ilanlarını yaparlar. Yine aynı şekilde doçentlikte beş yılını tamamlayanlara da profesör kadroları çıkartılır.
Kaç kişi profesörlük, kaç kişi doçentlik kadrosu bekliyor alt alta toplanır. Rektörler, bu kadroları fakültelere ve önceliklerine göre, gerekli üst merkezlerle temasa geçmek suretiyle, şu fakülteye bu kadar, diğerine şu kadar hesabıyla çıkartırlar. Konu, resmi ilan verilmek suretiyle hayata geçirilir. Bazen bir ana bilim dalında örneğin; üç kişi aynı kadroyu bekliyorsa, bir ya da iki kadro açıldığında, açıkta kalana, “Aman bu kadroya sen başvurma, kadro bekleyen iki kişisiniz, kadro bir tane, ileriki ilanda sana da kadro çıkacak.”diye söz bile verilir. Kadro bekleyen, uslu uslu kendisine de kadro açılmasını bekler. Daha doğrusu, eski deyimle “Tekkeyi bekleyen derviş suyunu içer.”
Hani bazen, dışarıdan da kadroya müracaatlar olmuyor değil. Bunları önlemek için, öncesinde, “Oğlum, bu kadro üniversitemizde görev yapan falanca için çıkarıldı sakın başvurma.” gibi uyarılar yapılır.
Bunun dışında, o ana bilim dalında kadro bekleyen yokken, kadro ilanı nasıl oluyor diye soracak olursanız, bakın anlatayım. Örneğin; bir bölümde beş profesör, on sekiz doçent var. Yani, zaten kadro fazlalığı varken, işler nasıl kotarılıyor? Böyle bir kadro ilanı için öncesinde, yukarıdan etkili ve yetkili mercilerden, himmet ve inayet ve de tavassut almak gerekli ve de elzemdir. İşleri kotartmak için oralardan direkt rektöre telefon edilmelidir. “Falanca bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın, oğlu, kızı, yeğenidir. Kendisi falanca yerde çalışıyor. Ona üniversitenizde, bir profesörlük, ya da doçentlik kadrosu çıkartalım.” denilir. Aslında, atanacak kimseyi etkili kişinin tanıması şart bile değildir. Siyasi görüş, yaşam tarzı, gibi faktörler her zaman bilimin önündedir. Olayın gerçekleşmesi için, tavassutta bulunan kişi çok daha önemlidir. Rektör eğer “Bende kadro yok.” dese bile, “Sen merak etme, biz bulup çıkarttırırız.” denilmesi mutattır.
Gerisi ise fasa fiso. Ne olacak, dosyalar gelir, gider, raporlar düzenlenir. Bu raporların üç beş, bilmem kaç satırından sonrasını zaten kimsecikler, hatta yetkililer dahi okumaz. Önemli olan, sonundaki, “Kadro için fevkalade uygundur.” ve benzeri ifadelerdir. Üniversite senatoları ne güne duruyorlar, bir çırpıda kadrolar onaylanır. Aksine bir kararı ben hiç duymadım.
Adlar öncesinden ilana yazılmış, mış mış mış. Adrese teslim ilanmış. Yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur. Zaten aylar öncesinden, atanacak olanlar belli olmuyor mu?
Devenin boynu örneğinde olduğu gibi, neremiz doğru be biraderler? Olay acemiliktir, o kadar. Uyarılırlar, uyanırlar. Zaman geçer, her bir şeyi öğrenirler. Bunun için yaygara koparmaya ne gerek var canım.
Olan sayın rektöre oldu. Ne malum yanındakilerin rektöre oyun oynamadıkları, ne malum ayağını kaydırmadıkları?