Ülkemizde pek çok şehirde, meşhur olan birtakım mevlithan grupları vardır. Bunlar arasında en tanınmışlarından olan Amir Ateş grubunu hatırlıyorum. Eskiden de vardı, şimdi de vardır, ileride de hep olacaktır. Bunlar düğünlerde, sünnetlerde, hacı karşılamada veya bir cenaze sonrasında çağırıldıklarında ekip hâlinde giderek, camide, evde, salonlarda her nerede olursa mevlit okurlar. Toplantılara katılanlar da huşu içinde kendilerini dinlerler. Mevlit sahibinin maddi durumuna göre, mevlide katılanlar bazen bir paket şeker ve gül suyu ile bazen de mükellef bir yemekle bir güzel ağırlanır.
Şimdilerde bu mevlit işleri tıp alanına da yayılmış durumda. Bakın anlatayım. Efendim, kendi şehirlerinde/fakültelerinde ya da hastanelerinde yeni bir mevlit (toplantı-sempozyum vs.) düzenlemek isteyenler, önce mevlitlerine bir isim koyarlar. Bu isim verme işinde dağ, nehir, şehir, göl, yöre, vadi gibi coğrafi; kar, kış, bahar, yaz gibi mevsimler; otobüs, uçak, tren gibi ulaşım araçları; sucuktan pastırmaya, gülden kayısıya, pamuktan portakala kadar artık ne varsa kullanılır.
Toplantıyı düzenleyecek olanlar, önce Mevlithan grubunun başıyla temas sağlarlar.
“Hocam, yüksek müsaadelerinizle bizim tıp fakültemizin de bir aktivitesi olarak… konusunda bir mevlit vermek istiyoruz.” diyerek izin alınır. Mevlithanlar başı, zaten bu işlere dünden razıdır. Önce, “Sizin oradan sesi güzel olan kimler var?” diye bir bir isimler alınır.
Sonrasında iş program yapmaya gelir. Aslında işin kolay olanı program oluşturmaktır. Elinde eski kongre, sempozyum ve diğer toplantıların programları hazırdır. Hemen telefonlara sarılınır. Bu arama işini de daha çok gençler üstlenir. Telefon edilene, “… hocamız falanca konuşacak.” diyerek, öncelikle karşıdakinin “hazır ol”a geçmesi sağlanır. Sonra, telefonu alan büyük hoca direkt konuya girerek, “Oğlum, bilmem şurada bir mevlit yapacağız; senin ilahin, pardon konun da şu olacak.” diyerek, konusunu muhatabına tebliğ eder. Sana şu ilahi, sana şu dua, sana da şu sure.
Artık duruma göre, kimine kurandan bir sure, kimine ara duası, kimine de mevlitten bölümler düşer.
Şimdi, bu işin raconu şöyledir: Belli konular vardır, bunlar önemli değildir. Kime olsa verilen cinsinden. Bir mevlitte Ali’ye, diğerinde Veli’ye verilir. Konuyu alan kişinin asla itiraz hakkı yoktur. Ancak bazı özel ve de önemli konular vardır ki, onlar belirli kişilere tapuludur. O sureler ya da dualar hep aynı kişilere verilir. Bir zamanlar bir Bülbül hafız vardı, Bülbül Kasidesi’ni hep o okurdu. Mevlithanlar başı, kendine her zaman en iyi duaları alır, hem mevlidin açılışında hem ortasında, hem de sonunda, doğrusu paşa gönlü ne zaman çekerse o zaman araya girerek istediği gibi okur. Zaten kapanış duası her daim kendisinindir.
HEK’e çıkmış, yani emekli olanlar ve yerel doktorlardan duayen olanlar ile gruptan olup bu toplantıda dinlendirilmek amacıyla yedeğe alınanlara da birer teşrifatçılık (oturum başkanlığı ) görevi verilir.
Program yapılırken, arada bir sorunlar da çıkabilir. Konularını beğenmeyenler, “Benim hanım hasta, çocuk sınava girecek ya da başka bir mevlide gideceğim.” diyerek, mevlide üç gün kala mazeret beyan ederler. Olabilir, ancak bu durum çok da önemli bir sorun oluşturmaz. Bu durumda oturum başkanlarından birini konuşmacı olarak ayarlamak gerekir. Mevlide neredeyse bir iki gün kalmış olması hiç önemli değildir. Bizde buna “son dakika golü” derler. İşin en kolay olanı, bu değişikliği muhatabına bildirme işidir. Bu iş, yine bir telefonla halledilir. Görevi alanın hemen, “Emriniz olur hocam.” diyerek görevi kabul etmesi işin raconundandır. Zira, teşrifatçılıktan mevlithanlığa terfi etmek de önemli bir iştir.
Toplantı yapılan yerde, yerel katılımın üç beş kişi olması, dışarıdan gelenlerin konuşmacı, oturum başkanı olarak toplam otuz beş kırk kişi olması hiç önemli değildir. Uyanık olan yerel düzenleyiciler, öğrenci ve asistanların metazori katılmalarıyla ya da koltuk önlerine ufak masalar yerleştirerek bu açığı rahatlıkla telafi ederler.
“Toplantı var toplantı.”
“Nerede?”
“Falanca şehrin filanca hastanesinde.”
“Yahu daha on beş gün önce aynı şehirde falanca otelde aynısı yapılmamış mıydı?”
“Sen mevlitlere karşı mı çıkıyorsun, vay münafık vay! Yıkıl karşımdan! Bir daha sen nah konuşma alırsın.”