Gazi Tıp Fakültemizin kırkıncı kuruluş yılı ile ilgili yazımı Medimagazin’de yazdıktan sonra sanal ortamlarda da paylaştım. Okuyan arkadaşlardan beğeniler, hatta bazı arkadaşlardan telefonlar aldım. Birkaçı serzenişte de bulundu. Özetle ‘Bizim fakültemiz de yoktan var edildi, şu kadar binası, şu kadar yatağımız var, şu kadar öğrenciye eğitim veriyoruz, onları neden göz ardı ediyorsun.’ tarzında eleştiriler aldım. Sonra kendi kendime düşünmeye başladım. Doğru söze ne denir. Biraz da onlardan bahseden bir yazı yazayım dedim.
Anadolu’da ilk tıp fakültesi 1945’te Ankara’da kurulmuş. Benim de mezun olduğum fakülte olan Ankara Tıp Fakültesi, Ekim ayında yetmiş dördüncü kuruluş yılını kutladı. Fakültenin kuruluşunda İstanbullu hocalar pek de rağbet etmemişler, gelmek istememişler, hatta burun kıvırmışlar. ‘Mektebi İptidai’ diye isim de takmışlar. Fakülteyi kuranlarsa yine askeri cenahtan olan hocalar. Gülhane Hastanesinin doktorları. Arazisi, binaları hatta cihazlarının bir kısmı bile ordumuzdan alınmış. Tümgeneral Prof. Dr. Abdulkadir Noyan, Prof. Dr. Zeki Hakkı Pamir, Hasan Şükrü Oytun (Aslan hoca), son zamanlarda adını sıkça duyduğunuz Kamile Şevki Mutlu hocamız ve diğerleri.
Anadolu’da sadece başkent Ankara’da bir üniversite ve onun tıp fakültesi yetmez denilerek, 1950’li yıllarda İzmir’de Ege Tıp Fakültesi, altmışlı yıllara gelindiğinde başkent Ankara’da Hacettepe Tıp Fakültesi açılmış. Sonrasında herkesin malum olduğu gibi Erzurum, Adana, Bursa, Kayseri, Konya, Antalya, Diyarbakır ve diğerleri. Yeni açılan fakülteler önceleri eski ve kökleşmiş fakültelerin öncülüğünde açılırdı. İstanbul öncülüğünde Bursa, Ankara Tıp öncülüğünde Diyarbakır ve Antalya Tıp Fakülteleri açılmış. Önceden Ankara Üniversitesi rektörü olan İhsan Doğramacı hocamız, önce Hacettepe, sonrasında Anadolu’da pek çok üniversite ve tıp fakültesinin kuruluşuna bizzat öncülük etmiştir.
Üniversitede bulunduğum yıllardan, yaş haddinden emekli oluncaya kadar, Edirne’den Kars’a, Urfa, Van, Diyarbakır’dan, Gaziantep, Antalya, Antakya, Kayseri, Konya’dan, Rize’ye, Elazığ, Malatya, İzmir, Muğla, Eskişehir ve daha pek çok tıp fakültesini yerinde görme fırsatım oldu. Hatta bir kısmında workshop ve sempozyumlarda demonstratif ameliyatlar yaptık. Her gittiğim yerde ben öncelikle fizik kapasitelerini, arazi ve binalarını, dershane laboratuvar ve ameliyathanelerini yerinde incelerim. Oralara ikinci ve üçüncü gidişlerimde inanılmaz gelişmelerine hayran kalırım. 1980’de henüz üniversite bile olmamışken, Kepez’de küçücük bir hastanede kurulan Antalya Tıp Fakültesine ve bugünkü durumuna bir bakın. Bütün bu Anadolu tıp fakülteleri son otuz-kırk yılda, işte bu şekilde yükseldiler. Pek çok yerde yerel halk, sanayici, ticaret erbabı hatta küçük esnaf bile ön ayak oldu. Belediyeler arsasını buldu, altyapısını yollarını yaptı. Bu eserleri kuranlara, kurduranlara, özellikle pek çoğunun kuruluşunda imzası bulunan merhum İhsan Doğramacı hocaya da buradan selam olsun. Kendisi bu dünyadan göçtü ama Anadolu’da kurduğu üniversiteler ve tıp fakülteleri, bilim alanında yaptıklarıyla, bayrağı öndekilerden alıp taşımaya ve daha ileriye götürmeye çalışıyorlar.
Gelelim İstanbul’a, orada on altı tane özel tıp fakültesi var. Pek çoğunun olanakları çok fazla. Büyük ve birden çok sayıda hastaneleri ve saymakla bitmeyecek başka başka artıları var. Resmî tıp fakültelerinden Marmara Tıp, mücadeleyi çoktan kaybetmiş. Depreme dayanıksız olan binaları yıkılmış. Sağlık Bakanlığının bir hastanesinde sığıntı durumunda çalışıyorlar. İlk tıp fakülteleri olan Çapa ve Cerrahpaşa ise devamlı SOS veriyor. Yıllardır fakültelerine çivi çakmayanlar, çaba göstermemekte direnenler şimdi habire ağlıyorlar. Bilinçsizce depreme dayanıksız binalar yaptırmışlar. Doksan dokuz, büyük Marmara depreminden sonra bile uyanamayıp dayanıksız olanların bir kısmını boya sıva, sözde tamir ettirmiş, bir kısmını yıkıp yerine otopark yapmışlar! Fizik kapasitelerini geliştirmek için hiçbir girişimleri olmamış. Arazileri elli yıl önce kaç metrekareyse, şimdi de ancak o kadar. Genişleme yok, invazyon hiç yok. ‘Savaştan sonra bir toplantıda yeni zengin olmuş biri, yeni smokini ile etrafa hava atıyormuş. Bir ara eskiden zengin olan birinin yanına giderek, ‘Smokininiz biraz eski model galiba’ deyince, eski zengin, ‘Evet, benim savaştan önce de smokinim vardı’ deyivermiş. Anladık eskisiniz, en eski tıp fakültelerisiniz, köklüsünüz, şöylesiniz, böylesiniz ama siz de şu eski smokin gibi hem binalarınızı hem de kendinizi yenileyin be kardeşim.
İstanbul’dan Anadolu’ya doğru sadece belge ve fotolara bakarak karar vermeye çalışırsanız, yanılırsınız. İşin doğrusu, oradan bakınca her şey çok da net görülmeyebilir ve siz de karar vermede zorlanırsınız. Sözün gelişi, İstanbul’da çalışanlar, hocalar, idareci koltuklarına gömülüp kalanlar, devamlı olarak ‘kutsal’ dedikleri tezgahlarının başından birkaç günlüğüne bile olsa azıcık ayrılıp gidip de Anadolu’daki tıp fakültelerine şöyle bir alıcı gözüyle baksalar, belki bir şeyleri yerinde görüp öğrenirlerdi. Hani birileri davayı alıp da sırtlanacaktı? Çıktı kendileri yükseklere, dava ise işte o kaldı yerlerde. ‘El elin eşeğini ıslık çalarak ararmış.’ derler. Önce kendi fakültelerinize siz sahip çıkın. Sonrası gelir elbet. Fakülteleriniz için büyük hem de çok büyük düşünün, planlarınızı, yapmak istediklerinizi birer birer masanın üstüne koyup aranızda kıyasıya tartışın. Sonra, projelerinizi koltuğunuzun altına sıkıştırıp, hem Anadolu hem de Ankara’nın yollarına bir çıkın bakalım. Görelim sizi, cesaret biraz.</p>
Kasım 2019