Eskiler, “Tarih tekrardan ibarettir.” derler. Gerçekten de derinlemesine düşündüğümüzde, sosyal olayların hatta tıbbın bile belli bir zaman dilimi içinde değiştiğini, bir süre sonra tekrar eski hâline döndüğünü hayretle gözlemliyoruz.
1950-60’lı yıllarda çoğumuz köylerde ya da ufak kasabalardaki bir iki katlı evlerde yaşardık. Bahçemizde tavuklarımız, her gün taze yumurtamız olurdu. Sonra şehirlere doğru büyük bir göç başladı. Büyük şehirlerimizden başlayarak her şehre yayılan, kibrit kutusu misali apartmanlardaki ufak dairelerimize yerleştik. Önceleri sobalı, daha sonra kaloriferli bir yaşantı başladı. Halk topraktan koptu. Hatta evi kirletiyor diye saksı çiçekleri bile bazı evlere giremedi. Gün geldi apartmanlarda aidatlar ödenmiyor denilerek koca borular kesildi, kat kaloriferine geçildi, oldu mu olmadı tabi. Bir süre sonra toplu ısınma daha iyiymiş denilerek toplu ısınmaya tekrar geri dönüldü. İnsanların bir kısmı apartman yaşantısından bıkarak yeniden iki katlı evlere taşındı. Ufak bir bahçe içinde evlerden oluşan siteler kuruldu. İmkânı olanlar şehirlerin dışında kurulmakta olan bu sitelere taşındı. Ancak, yıllar geçtikçe görülen şu oldu; insanlar yaşlandıkça merdiven çıkmaları da zorlaştığından, yaşlananların bir kısmı yeniden apartman dairelerine taşındı. Çok katlı binalardaki merdivenler yerlerini asansörlere bıraktı. Bir zamanlar banyolara küvet koydurmak, o küvetlere su doldurup içine girenimiz hiç olmasa da modaydı işte. Sonra birer tadilatla küvetler atıldı, yerini duşa kabinler aldı. Çocukluğumuzda mahalle bakkallarımız vardı bizim. Çoğumuzun veresiye defterleri vardı. Sonradan her sokakta, her köşe başında yeni bakkallar türedi. Yıllar içinde bunların çoğu kapandı. Yerlerini süpermarketler aldı. Bakkal, süpermarket savaşını onlar kazanmıştı. Uzaklardaydılar, alışveriş için arabayla gitmek gerekiyordu. Sonradan en yakınımıza, mahallelerimize, hatta sokaklarımıza kadar geldiler. Mahalle bakkalının sadece adı değişti. Artık adı da ‘mahalle marketi’ ya da ‘evinizin marketi’ oldu da bizim veresiye defterleri asla geri gelmedi. Onların yerine çoğumuz kredi kartlarını kullanmaya başladık. Eskiden ciplere daha çok kırda bayırda yaşayanlar, tarımla uğraşanlar binerdi. Şimdi yeni moda cipleri hanımlar dâhil çokları kullanıyor. Eskiden moda olan, yayla gibi Amerikan arabalarının yerini önce ufak arabalar, şimdi de cipler almaya başladı. Bizim kasaba yollarımız parke taşlı ya da topraktan olurdu. Önce onları asfaltla kapladılar. Şimdilerde tekrar eskiye dönüldü. Bazı eğimli yerlere sırf nostaljik olsun diye yeniden parke taş döşüyorlar. Ancak, bir farkla eski taşlar doğaldı. Yeni parke taşlar artık kum ve çimento karışımından yapılıyor. Çocukluğumuzda Sana ve Vita yağları ile birlikte margarinle de tanıştık. Ucuzdu, pakette ve kullanımı kolaydı. Yatılı okuldayken, reçelin yanında sana yağı çıkınca o sabah kahvaltıda bize çay vermezlerdi. Çiçek yağı, zeytinyağı ve mısırözü yağı bir süreliğine tereyağının tahtını sallasa da hâlâ yıkamadı. Sıvı yağlardan sadece zeytinyağı, bugün bile popülaritesinin doruğunda. Bir de içine kanola yağını karıştırmasalar. Palm yağıyla ilgili olumsuz yazılar çıkınca görüldü ki palm yağını pek çok bisküvi ve tatlının içine çoktan sokuşturmuşlar bile. Mini eteklerden topuğa kadar maksi etek ve tesettüre kadar hepsi de moda. Erkeklerde bol paçadan dar paçaya, üç düğmeden tek düğmeli ceketlere kadar her şey moda. Saçlar, favoriler bir uzar bir kısalır. Ayakkabı topukları bir kalın bir ince olur. Kırk yıl önce ülser tedavisi için antibiyotik yazan yaşlı doktorlara ben dâhil zamanın genç doktorları çok kızarlardı. Etken Helicobacter pylori ortaya çıkınca, o eski antibiyotik tedavisi geri gelmesin mi? Tahlillere göre hepimizde vitamin D eksikliği varmış da haberimiz yokmuş. Eczane raflarını çeşitli D vitamini ilaçları doldurdu. Sonradan bunun pazar yaratmaktan öte, faydasının ilacı satan şirketlere olduğu anlaşıldı da giden bizim paralara oldu. Bizde dört mevsim her sebze var. Zaten içinde asit de var, turşu zararlıdır denildi. Annelerimiz de turşu yapmaktan vazgeçti. Sonra ne olduysa turşuda probiyotiklerin bulunduğu açıklanınca turşumuz da kurtulmuş oldu. Yine eskiden annelerimiz, komşusundan aldığı sütle evlerde yoğurt yaparlardı. Market yoğurtlardaki rezaletler ortaya çıkınca yeniden evlerde yoğurt yapımına başlandı. Vaktiniz varsa evde pek çok şeyi kendiniz yapabilirsiniz. Buna ekmek, turşu, hatta erişte de dâhildir. Endüstri bunu duyar da boş durur mu? Gelsin yoğurt makineleri, gelsin ekmek makineleri. Meyve sıkmak, hatta yumurta pişirmek için bile makina satarlar size. Makina bir tarafa, şu ekmek düşmanlarına da tilt oluyorum. Yılda ülkemizde yirmi milyon tona yakın buğday tüketiliyor. En ucuz olanı da ekmek. Halk ekmek tüketiyor arkadaş. Paraları var mı ki pasta yesinler. Keşke herkesin pahalı gıda, et alacak kadar parası olsa. Varsın denildiği gibi tahıl beyinli olsunlar. Onların içinden ne cevherler çıkıyor bir bilsen. Tarih tekrardan ibaret işte. Bir süre yaşadıktan sonra şehirden, trafiğinden, hava kirliğinden, hatta kalabalıktan bile bıkıyor insanlar. Zaten sinemaya da tiyatroya da her gün gidilmiyor. Çocuklar da büyüdü. Ver elini yeniden kırlara. İsteyen arazi alıyor, isteyen ufak bir ev ile yetiniyor. Yıllar geçmiş, dönelim yeniden tarıma. Toprak bu çeker insanı. Başlayın bakalım domates biberden, gerisi gelir nasıl olsa. Ocak 2020.