Aslında ben öyle düşünmüyorum. Mevcut durumda hekimlerin pratisyen hekim olarak kalmama çabaları göz önüne alındığında, arz-talep dengesinin bir sonucu olarak adli tıbba da belirli sayıda hekim başvuracaktır. Ancak, koşulların getirdiği zorunluluklardan kaynaklanan başvurular hem bu hekimleri mutlu kılmayacak hem de adli tıbbın gelişimine katkı sağlamayacaktır.
Esasen, adli tıp, zorunlu olmaksızın ve severek tercih edilme oranı her geçen gün artan ve artacak olan alanlardan biri. Bence, bir uzmanlık alanının tercih edilmesinde etkili olan iki önemli faktör var. Bunlardan birisi manevi tatmin, diğeri de maddi tatmin olanakları. Maddi açıdan yaklaşıldığında; adaletin yerini bulmasında çok önemli rolleri olan adli tıp uzmanları, ne hekimlerle ne de hâkimlerle aynı özlük haklarına sahip değiller. Ayrıca, adli tıp uzmanlarının, özel çalışma olanakları da şimdilik oldukça kısıtlı. Uzman meslektaşlarımız, bugünkü koşullarda “memur” olarak bir kamu kurumunda çalışmak durumunda. Önemli gelir kaynaklarından biri olabilecek bilirkişilik ücretleri, mevcut yasal düzenlemeye göre hâkimin takdirine bağlı olup standarttan yoksundur. Örneğin, otopsi işlemi, uzmanlık gerektiren, kendine özgü teknik ve incelemeleri olan bir cerrahi işlemdir. Kimsenin yaklaşmaya cesaret edemeyeceği vücut bütünlüğü bozulmuş bir cesede yapılan otopsi işlemi için bilirkişi ücreti olarak 10 YTL takdir edilebildiği gibi 200 YTL de takdir edilebilmektedir. Cerrahlar arasında, en basit ameliyatlardan biri olarak değerlendirilen bir apandisit ameliyatının mesai dışında yapılması durumunda kamu ve özel sağlık kuruluşlarındaki fiyatı bellidir. Karar vermeyi gerektiren diğer bilirkişilik konuları da, bu alandaki uzmanların önemli sorumluluk ve risk almalarını gerektirmektedir. Adli tıp uzmanlarının mesleklerini icra etme karşılığında elde ettikleri gelirin, aldıkları sorumluluk ve riskleri karşılayabildiğini söylemek mümkün değil. Bununla birlikte son zamanlarda, gerek Sağlık Bakanlığı gerekse Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan adli tıp uzmanlarının döner sermaye gelirlerinde kayda değer bir artış olduğu da gözlenmektedir. Yine, bugünkü koşullarda sayıları az da olsa, bazı özel hastanelerde adli tıp hizmetleri için alt yapı oluşturulduğunu ve bazı meslektaşlarımızın özel çalıştığını da biliyoruz.
Diğer yandan, bir uzmanlık alanının tercih edilmesinde, işin manevi boyutu maddi boyutundan daha önemlidir. Bazı kişilere, ne kadar para verirseniz verin ona ölü üzerinde inceleme yaptıramazsınız. Bazı kişiler de, maddi olanakları az bile olsa bu işi severek yapar. Bu kişiler adeta mesleğine âşıktır. Manevi tatmin, o işin sevilmesine, o işi yaparken duyulacak hazza bağlı. Tıp Fakültesinde ders verdiğim öğrencilerimin ilk sordukları soru şu? “Biz Tıbbi Dedektifler ve Kanıt Peşinde gibi dizileri merakla ve ilgiyle izliyoruz. Siz de onlar gibi çalışıp olayları aydınlatabiliyor musunuz?” Bu soruya, keşke “Evet tabii, biz de aynen öyle yapıyoruz” diyebilseydik. Bunun için, bu alana ayrılan maddi kaynağın artması, bilimsel yaklaşıma ve ekip çalışmasına önem verilmesi gerekmektedir. Aslında, ülkemizde kimse buna “Hayır” dememektedir. Ama ne yazık ki biz “Kanıt Peşinde” dizisinde olduğu gibi uzman kişilerden oluşan ekip içerisinde, teknolojik olanaklardan azami oranda yararlanarak, var olan bilgilerimizi kullanamıyoruz. Bunu yapabildiğimiz zaman, eminim adli tıp uzmanlık alanı daha fazla tercih edilen bir alan olacaktır.
Diğer yandan, tıp fakültelerinde değişik uzmanlık alanlarında sunulan hizmetler, öğrenciler için “model” teşkil ediyor ve tercihi belirleyen faktörlerden biri oluyor. Bu anlamda, üniversitelerin adli tıp hizmetlerine katılımının eksikliği de, tercihi olumsuz yönde etkileyen unsurlardan birisi. Manevi tatmini etkileyen hususlar sadece bunlar değil. Adli tıp uzmanlığı tercihini etkileyen diğer hususlara bundan sonraki sayıda devam edeceğimi belirterek yazımı bitiriyorum. Sevgi ve dostlukla…