Aslında bu sayı için başka şeyler hazırlamıştım ama ülke çapında uzun tartışmalara neden olan adli tıp gündeminin dışında kalamadım. Gündemde tartışılan cinsel istismar olgusu, şüphelinin politik kimliği nedeniyle çok şaşırılacak sıra dışı bir olguymuş gibi algılanmasına rağmen, konunun kamuoyu gündeminde tartışılması yararlı olmuştur. Ama merak etmeyiniz, her gündem gibi bu da eskiyecek ve geçecektir.
Ben biraz da “kadın” kimliğimle olaya yaklaşmak istiyorum. Yasaların çok iyi olması, varsa eksikliklerinin giderilmesi elbette önemli. Ancak, bunlar uygulamada yerini bulmuyorsa pek bir anlam ifade etmemektedir.
* Çocuk/ergen ya da erişkine yönelik fiziksel kanıtın sunulamadığı
* Evli ya da daha önce cinsel ilişki yaşamış bireylere karşı uygulanan
* Arkadaşlık/partnerlik/evlilik ilişkisi içinde yaşanan
* Olayı takiben erken dönemde başvurulamayan/geç başvurulan
* Ensest ilişki tarzında gelişen
* Ruh sağlığının bozulmasında ikincil etkenlerin (örneğin, aile ya da mahalle baskısı, olayın duyulması vb) rolü olduğu düşünülen,
Cinsel şiddet olgularının her birinin özellikli olup farklı yaklaşım gerektirdiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bunların hepsi birer iddiadan ibaret olup mutlaka çürütülmelidir. Aile içi eşe yönelik cinsel şiddet iddiaları, boşanma aşamasında tazminat ya da para kopartmak ya da intikam almak için ortaya atılmıştır. Tüm ensest iddialarında, çocuk film seyretmiştir, onun etkisiyle uydurmaktadır ya da babası/abisi/amcası/dayısı gibi kişiler erkek arkadaşlarına karıştığı ya da kötü davranışlarına müdahale ettiği için intikam almak istemektedir. Fail tanıdık biriyse örneğin arkadaşı, flörtü, nişanlısı vb. ise mağdur, evlenmek için böyle bir suça maruz kaldığını iddia etmiştir. Çocuk-büyük tüm kadınlar aslında isteyerek cinsel ilişkide bulunup meşhur olmak ya da saydığım ikincil kazançlar nedeniyle başvuruda bulunmaktadır. Çünkü bu kazanımlar için, doktordan doktora, kurumdan kuruma dolaşmaya, uzun süren dava sürecine katlanmaya değer.
Uygulamada, bir cinsel suçun suç sayılabilmesi için pek çok koşulun biraraya gelmesi gerekmektedir. Mağdurun, ulu orta, sokakta, başkalarının da gözü önünde, ağzı burnu bantlanarak ya da kelle paça yakalanıp sürüklenerek izbe bir yere götürülmüş olması, daha önceden bakire olup himeninde yeni yırtık olması, vücudunda gözle görülür yaraları bereleri olması, üstü başının yırtılmış olması, suç öncesi mini etek ya da kot giymemiş olması, faili daha önceden tanımaması, onunla hiç karşılaşmamış olması, güzel ve bakımlı olmaması bunların bir kısmıdır.
Var olan bu tabloda, konuyla ilgilenen tüm profesyonellerin rolünün olmadığı söylenebilir mi? Defalarca yargıya yansıtılan seri tecavüzcülerin bile tecavüzcü olduğu niçin kabul edilememiştir? Bu konuda karar vericilerin çoğunun, cinsel şiddet ve tecavüzün varlığını görmezden gelme, yok sayma, ortaya çıkanları örtbas etme yönündeki tutumundan. Bu yaklaşımı, toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız düşünmek, konuyu eksik ele almak olacaktır. Öyle ki, yeri geldiğinde kadın profesyoneller bile, toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde erkek bakış açısının hararetli bir savunucusu olabilmektedir. Masalın aslı beyinlerimizdeki cinsiyet algısıdır. Masalın aslı, cinsiyet eşitsizliği açısından 128 ülke içinde 121. sırada olmamızdır.
Masalın aslına müdahale etmediğimiz sürece, ensest, sübyancılık vb. eylemler kazanılmış bir hak olarak sürdürülmeye devam edecektir. Yeter ki, hemen şikayet etmesinler, olayın üzerinden 10 gün geçiversin, cinsel suç değerlendirmeleri de şimdiki gibi sadece fiziksel bakıyla devam etsin.
Sonuç olarak, koca adamların gencecik taze kızlara ilgisi ne ilktir, ne de son olacaktır. Üstelik karşı karşıya kalınan durumun sorumluluğu da bu genç kadınlara yüklenebilirken. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı gelenek ve söylemlerden beslenmekte olan bu yaklaşımlar doğrultusunda, senaryolarda farklılık olsa bile masalın sonu benzer şekilde bitmektedir. Ezberi bozmak için masalın sonu değil, masalın aslını değiştirmek gerekmektedir.
Masalın aslına müdahale etmek adına, bir anlık kendimizi mağdur ya da mağdur yakını gibi düşünelim. Örneğin, oğlumuz, bizim de tanıdığımız bir arkadaşına ya da komşumuza gittiğinde, kendinden büyük birilerinin pantolonunu çıkarmaya ve cinsel haz almaya çalıştığını biraz da sıkılarak, kendi kelime ve kültür dağarcığı ile bize anlatsa ne hissederdik? Kızımız, bizim de tahmin etmediğiniz ve konduramadığınız birinin, onun özel alanına girdiğini söylese ne yapardık? Komşumuz gelip, yetişkin birinin özürlü olan çocuğumuza cinsel anlamda iliştiğini söylese ne yapardık? Kızımızın sevgilisi, nişanlısı ya da flörtü, nasıl olsa bir yakınlığımız var deyip onu sıkıştırıp onun özel alanınıza girse ve sonra “Sence bekaret önemli mi?”, “Zaten bakire değildin”, “Günün birinde zaten bunu yaşayacaktın”, “Sen güçlü bir kadınsın, istediğini yaşamakta serbestsin” falan deyip ortadan kaybolsa kızımız ne hissederdi? Biz ne hissederdik? Nasıl bir yol izlerdik? Bu yolda nelerle karşılaşırdık? Sadece düşünelim.
Şüphelisi kadar mağdurunun da tanınan ve güçlü olduğu bir olay yaşansa, örneğin bu olay önemli ve tanınan bir gazeteci, mülki erkandan biri ya da büyük hocalardan birinin yakınının başına gelse kurtulur muydu bir türlü başına geleni kanıtlayamayan çocuk ve kadınlar bilemiyorum.
Ülkemizde cinsel suç olgularına yaklaşım, neresinden tutsak elimizde kalmaktadır. Cinsel suça yaklaşım sorunu, sadece Adli Tıp Kurumuyla sınırlı olmamakla birlikte, Kuruma atfedilen, “tek ve vazgeçilmezlik” sıfatının yarattığı sıkıntılar da hafife alınacak türden değildir. Umarım bu tartışmalar, ülkemizdeki adli tıp biliminin gelişmesine katkıda bulunur.
Sevgi ve dostlukla…