Türkiye’nin de taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dayanarak kabul edilen Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesi; “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkını tanır” der. Sağlık hizmetleri toplumsal özellik taşır, insani, sosyal ve bilimsel amaçlıdır. “İnsanın En Temel Hakkı” olan sağlık konusu gündeme geldiğinde vahşi piyasa kurallarını, pazar koşullarını, kâr-zarar hesabını, arz ve talebi temel alarak konuşmak, hele hele kendini insan sağlığı için “karşılıksız” çalışmaya adamış bir bilim adamını bu tartışmaya dâhil etmek son derece yanlış ve sakıncalı. Ancak sağlık alanında ülkemizdeki “baş döndürücü” bazen “akıl dışı” gelişmeler, “reform”, “dönüşüm”, “performans”, “afili-asimilasyon” böyle bir dayatmayı gündeme getiriyor. Ayrıca bir vatandaş olarak; sağlık alanındaki emme makinelerini aralıksız çalıştıran harcama artışı, sağlık çalışanlarının giderek zorlaşan iş ve yaşam koşulları, sağlıkta kalite ve güven sorunları bu konuyu düşünmemizi gerektiriyor. Bir vatandaş olarak sorgulanacak o kadar çok soru var ki…
Sağlık sektörünün büyüklüğü 2008 yılında 25 milyar dolar iken günümüzde 50 milyar doları aşmış, SGK gelirleri yüzde 8.9 azalırken harcamaları yüzde 17 artmış, ilaç harcamaları da yüzde 20.2 artmış durumda (Kaynak: www.tepav.org.tr). Sayın Sağlık Bakanı Prof.Dr. Recep Akdağ’ın TC Sağlık Bakanlığı 2011 Mali Yılı Bütçesinin TBMM Genel Kurulunda sunumunda 2003-2009’da kamu sağlık harcamalarında nominal artışın yüzde 166 olduğunu, sağlık yatırım ve taşıt alımı harcamalarında 3.2 kat, BT çekimlerinde 3 kat, MR çekimlerinde 4 kat artış olduğunu bildirdi. Dünyada da sağlık harcamalarında artış olmaktadır; OECD ve BRIC ülkelerinde gelecek on yılda yüzde 50 oranında artarak 70 trilyon dolara ulaşması öngörülmektedir. Ağız sulandırıcı bir miktar. Vatandaşımız hem sağlık primi hem de muayene başına 2-8 veya 15 TL, protez ve ortez kullanımında yüzde 10-20 katkı payı, ayaktan tedavide ilaç için yüzde 10-20 katkı payı ödemek zorunda. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası verilerine göre 2009’da ilaçta ithalat 4.08 MİLYAR dolar, ihracat 429 MİLYON dolar olmuştur ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 10.5’tir. Tıbbi aygıt ithalatı ile birlikte 2010’da ithalat 5.9 MİLYAR dolardır (Kaynak: Mustafa Sönmez, Paran Kadar Sağlık Düzeni, 16 Mart 2011, Cumhuriyet). Üstelik bazı basit ve ucuz ilaçlar kâr getirmediği için ithal edilmemekte ve hastalar mağdur olmaktadır. Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Ali Özkan Tıbbi Cihaz sektörünün yüzde 85 oranında dışa bağımlı olduğunu, yerli üretim gibi görünen bazı hammaddelerde dışa bağımlık olduğunu (www.medikalteknik.com.tr/web/röportaj.asp?id=25), bu sektörde yüzde 20 olan yerli sermayenin bu gidişle yüzde 2’lere düşeceğini (12 Şubat 2007, Medimagazin) açıklamıştır.
“YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan” yaptığı konuşmada; "İlacımız yok, dışarıdan alıyoruz. Aşımız yok, dışarıdan alıyoruz. Tıbbi cihazımız yok, dışarıdan alıyoruz, ama bu hizmetlerde dışarıya bağımlıyız ve bu beni korkutuyor, üzüyor… Doku bankamız yok. Ama biz dışarıya bağımlıyız. Özellikle kanser hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçlar için dışarıya 400 milyon avro ödüyoruz. Ülkemiz kan cenneti, ama bunları dışarıdan satın alıyoruz, gerçekten anlamadım.” demiştir. (15 Ekim 2010 Harran Üniversitesi).
2002 yılında kamu sağlık kurumlarına başvuru yüzde 88, özel sağlık kurumlarına yüzde 4.5 iken, 2009’da bu oranlar yüzde 77’ye karşı yüzde 16 şeklinde değişmiş (özelde dört kat artış), son beş yılda özel sağlık kurumu yatırımları kamu yatırımlarının neredeyse üç katı fazla paya sahip olmuş (6.976 milyon TL’ye karşı 2.954 TL. Kaynak: DPT Yatırım Verileri) ve üniversite hastaneleri iflas durumuna gidip kurtarılmayı beklerken, özel hastane sayısı 490’a ulaşmış durumda (92 özel hastane projesi sırada bekliyor). Yabancı doktor ithalatının önünün açılması için yoğun çaba harcanıyor (aman Angus ithalatına benzemesin). Nasıl olsa yakında üniversiteler sadece ticarethane haline geleceği için eğitime boş verecekler. Yerli hekim ucuz ve niteliksiz bir işgücü haline gelecek yabancı hekim tercih edilecek. “Yerli muayenehaneler” kapanacak ve “tehdit” olamayacaklardır. Nasıl olsa özel hastanelere bin 300 yeni kadro verildi.
Peki özel hastanelerin ortaklık yapısı nasıl?
Genel Sağlık Sigortası ve zorunlu Hekim Mesleki Sorumluluk Sigortası’nın gündemde olduğu günümüzde Ankara Ticaret Odası bankacılık sektöründen sonra sigorta şirketlerinin de yabancıların eline geçtiğini açıklamıştır.
Sağlık hizmetlerinin finansman modeli nasıl olursa olsun, ücret ve giderler kamu ve/veya (az sayıda yabancı hasta bir kenara bırakılırsa) ülkemiz vatandaşları tarafından karşılanır. Bunların tamamı ülkemiz kaynaklarıdır. Evet giderler bizden çıkıyor da gelirler nereye gidiyor;
-Sağlık hizmetleri sunumu (klinikler, hastaneler), -Tıbbi cihazlar, -Sarf malzemeleri, -Diğer cihaz ve malzemeler, ortez, protez, kalp kapakları, greftler vb., -Eğitim(?), -İlaç, -Sigorta, – Paramedikal hizmetler, -Sağlık Turizmi
Bu sektörler kimlerin elinde?
Ekonomiden, ticaretten zerre anlamam, ama bu kıt ticari beynimle bile empati yapıyorum ve an la mı yo rum: oluk oluk milli kaynak, dolarlar, avrolar yurt dışına akıyor, bizim ticari erbabımız “camdan” bakıyor ve hatta bu milli kaynak kaçışına yeni yollar açıyor. “Bağlandıkça bağlanıyoruz.”
Mustafa Kemal Atatürk, bin 135 delege ile yeni Türkiye’nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongre olan İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmasında bakın ne demiş (17 Şubat-4 Mart 1923);
“Efendiler;
İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazımgelen teminatı vermeye her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin. Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka birşey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.
Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara bu suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret, ziraat ve sınaatte ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar.”
Saygılarımla