Burada meslektaşlarımın en çok sorduğu iki soru: “Sağlık sistemimiz ne durumda?” ve “Türkiye’de (deli) iyi para kazanma olanakları?”
Sahi ülkemizde sağlık sistemi ne durumda? Nitelikli sağlık elemanı yetiştirmek ve geliştirmekle görevli tıp fakültelerinin sayısı hızla artmış durumda. Tıp fakülteleri nicelik ve nitelik olarak çok zayıf elemanlarıyla, yetersiz yapılanmalarıyla, tam gün karmaşası nedeniyle en değerli elemanlarının önemli bir bölümünü yitirip, performans faciasıyla bunalmış kalan öğretim üyeleriyle, iflas etmiş mali yapılarıyla hızla doktor(!) yetiştiriyorlar. Gelecek, büyük bir soru işareti.
Dalında ülkenin en önemli bilim ve sağlık isimlerinden biri olmuş bir profesörün kadrosunun tıp fakültesinde olmasına ve bütün gün tıp fakültesindeki odasında oturmasına karşın hasta bakmasının, ameliyat yapmasının yasak olmasını nasıl izah edebilirim, hangi dille anlatabilirim? Çalıştıkları kurumlarda 3-4 milyon avroluk bütçeleri olan araştırma projeleri yürüten meslektaşlarıma ülkemizde araştırmanın puan(!) değerinin olmadığı, “Nobel” almanın bile performans için çok büyük bir anlam ifade etmediği, böyle boş(!) işlerle uğraşmak, zaman kaybetmek yerine hastane kapısından adımını atan her müşteriye(!) gerekli gereksiz her türlü müdahale, tanısal ve klinik işlemlerle puan, yani para toplamanın gerekli olduğu, aksi takdirde dünyanın en önemli ve bilimsel ödüllerle onurlandırılmış hekiminin bile ülkemizde aç kalabileceği, ayrıca özel hastaneler ve finansal sistem nedeniyle meslektaşlarını kötüleyerek ya da malum yollarla(!) onların hastalarını çalmak zorunluluğu nasıl anlatılabilir? Liege Üniversitesinde aort anevrizmaları ile ilgili 4 milyon avroluk bir proje yürüten, Leuven Üniversitesi St Luc Hastanesinde 3 (+1.5) milyon avroluk TAVI ile ilgili bir projeyi sonlandırmak aşamasında olan ve projeyle ilgili bir fabrikanın ve laboratuvarın açılmasını sağlayan Türk kökenli meslektaşlarıma bile performansı, tam günün son halini, üniversitelerin durumunu ve sistemi izah edebilmek çok zor iken yabancılara(!) nasıl anlatılabilir?
Dünya bir kriz içinde. Çağdaş ve geleceği planlayan ülkeler krizi gerçekçi ve sağlıklı önlemlerle kontrollü hale getirmeye ve sosyal katmanlar arasında bir denge sağlamaya çalışırken, bilime, eğitime, araştırmaya ve sağlığa negatif müdahaleyi düşünmüyorlar. Vergi uygulamalarının daha dengeli ve denetlenebilir olması, çok gerekli olmayan giderlerin azaltılması, yararlanılabilirlik oranlarının arttırılması, yeni pazarlar bulma ve yeni ticari ilişkilerin oluşturulması çalışmalarının hızla yürütülmesine karşın hastanelerin, okulların, üniversitelerin kâr eden ticari kurumlara dönüştürülmesi, bilimsel çalışmalar ve araştırmaların kısıtlanması, kontrolsüz ve sonuna kadar özelleştirme hiçbir şekilde gündeme gelmiyor ve gelmesi de kamuoyu nedeniyle mümkün değil. Neredeyse tamamen batmış Yunanistan’da bile alınması mutlak zorunlu önlemlere tepkiler göz önüne alınırsa…
Sağlık organizasyonu ve denetiminin tamamen bağımsız sağlık kurumlarınca oluşturulan yetkili üst kurumlar ve meslek odalarınca yapılmamasını, gücün ve yetkinin giderek artan bir şekilde siyasi merkezde toplanmakta olduğunu anlatmak, anlamak mümkün değil. Varlıklarıyla sağlık sisteminde yararlı, geliştirici, niteliği yükseltici ve destekleyici yönde olması gereken özel sağlık kurumlarının işleyişini, denetlenme ve kontrol yöntemlerini, etik ve bilimsel yaklaşımları ben bile hâlâ anlayamamış iken, bilimsel ve etik değerlere bağlı sağlık insanlarına bunu nasıl izah edebilirim?
Diğer sağlık kurumlarının durumu ise başka bir yazı konusu.
Meslektaşlarım doğal olarak yalnızca sağlık alanı ile ilgili olan soruları sormuyorlar. Ülkede güvenlik durumu, baskılar, ekonomik büyüme, Güneydoğu ve Orta Doğu özellikle merak ettikleri konular.
Onlar için işler kolay, bölgemize uzaktan bakıp maşa kullanıyorlar. Hatta maşayı tutmak yerine robotla ameliyat yapar gibi robotun idare merkezinde; Brüksel’de, Washington’da, Berlin’de, Fransa’da, Londra’da… oturuyorlar, robot kollarını yönlendirip bölgemizde, çıkarları olan bölgelerde ameliyatlar yapıyorlar. Liderleri satın alıyorlar, yeni diktatörler yaratıyorlar, kontrol dışına çıkmak isteyenleri tehdit ediyorlar, öldürtüyorlar. Ancak halkların davranışlarını -medyanın demokrasi yutturmacasına karşın- anlayamıyor, “Bu kadar da olmaz.” Diyorlar. Robot idare merkezlerinde bazen görüntüyü tam analiz edememelerine ve çeşitli çekinceleri olmalarına karşın robot kollarının ameliyat için, kan dökmek için aşırı istekli olmalarına şaşırıyorlar. Bölgemizi, Kuzey ve Doğu Afrika’yı kana susamış vahşilerin yaşadığı bölgeler olarak görenlerin sayısı giderek artıyor.
Kardeşini, dindaşını öldürmeye, ülkesini satmaya, mahvetmeye, iç savaşa bu kadar istekli olmanın, cehaletin bu kadarının anlatılabilir, izah edilebilir yanı yok. Onlar da anlamaya çalışmıyorlar zaten. Keyfini çıkarıyorlar.