Kalp damar cerrahisi ana bilim dalında asistan iken kendi aramızdaki en ciddi tartışma konularımızdan biri, mortalite riski yüksek doğumsal karmaşık kalp hastalığı olan ve aynı zamanda genetik bozukluk nedeni ile düzelmeyecek mental geriliği mevcut bebek/çocuklarda kalp ameliyatı yapılmasının gerekli olup olmadığı idi. Bu tartışmaların nedeni, özellikle bu olgularda ameliyat sonrası bakım güçlüğü ve yoğun bakım sürelerinin uzun olmasının yanı sıra konjenital kalp hastalığı ameliyatı yapan merkezlerin çok az sayıda olması, yoğun bakım yataklarının çok kısıtlı sayıda olmasıydı. Uzun süre yatan, mortalitesi yüksek ve mental olarak gelişmeyecek bu olgular genetik olarak normal olan kaç bebek/çocuğun ameliyat olamamasına ve ölümlerine neden oluyordu acaba? Bir gün bir çocuk ameliyata getirildi, aynı özelliklerle. Ancak öylesine iyi eğitilmiş ve akıllıydı(!) ki hepimizin sevgisini ve hayranlığını kazanmıştı. Ve utanç verici bu ikilem ve tartışmalar bir daha hatırlanmamak üzere sona erdi. Ağlayan ve kanayan ülkemde yirmili yaşlarda pırıl pırıl, sapasağlam gençlerimizin böylesine kolay ve kitleler halinde öldüklerine tanık oldukça ve tatilimi geçirdiğim Kanada’dan ülkeme bakınca yeniden anımsadım. Bir “insan olmak” öyle güç bir süreç ki. Önce sağlam bir anne yumurtası ve sağlam milyonlarca baba spermi gerekiyor. Sağlam spermlerden birinin yumurta zarını delip içine girmesi, yumurtayı döllemesi, gelişimin sağlıklı olması şart. Bir sperm bunu başardığında diğer spermler veya döllenme olayı oluşmadığında tümü her biri bir canlı adayı olan milyonlarca sperm telef oluyor. Bir yaşam boyunca her aybaşında kaç yumurtanın, her ejekülasyonda kaç spermin insan olamadan telef olduğu göz önüne alındığında dünyaya gelen, yaşayan bir bebeğin ne kadar çok değerli olduğu apaçık. Yalnızca dünyaya gelmek bile böylesine zor iken, bir insan olma sürecinin güçlüğü de buna eklendiğinde her insanın önemi ve değeri daha iyi anlaşılıyor. Milyarlarca doğamayan canlı adayının temsilcileri de olan yaşayan insanların ülkemde bu kadar kolay harcanması korkunç bir durum. Bu ülkede hekimlik yapmak zor. Yalnızca utanç duymak yeterli mi? Sağlık sorunlarının gerçekten çözülmesi için ön yargısız, bilimsel, etik ve dürüst tartışmayı, çözüm yolları bulmayı daha ne kadar bekleyeceğiz? Ya da yakın bir zamanda böyle bir olay gerçekleşebilecek mi? Sağlık alanında iyi yetişmiş altın neslin az zamanı kaldı. Hekimler, sağlık elemanları… Tükeniyorlar. Eskiden yeni kurulan tıp fakültelerinde yeterli öğretim üyesi olmazdı. Artık köklü ve büyük tıp fakültelerinde de öğretim üyeleri yetersiz ya da çalışamıyorlar. Bazı bölümler kapandı, herkes biliyor. Artık üniversitelerde kaliteli hekim yetiştirilmesinin imkânı kalmadı. Edinburgh Deklarasyonu’nda ne deniyordu: “Tıp eğitiminin temel amacı insanların sağlık düzeyini yükseltecek, yetenekli, hasta ve toplum için kaliteli koruyucu ve tedavi edici hizmet vermeyi sağlayan bilgi, beceri, değerler ve davranış bilimleri konusunda yetenekli ve yeterli hekimler yetiştirmektir.” Artık bu nasıl sağlanacak? Hastalar birer müşteri, birer ticari meta oldu. Bilimsel yaklaşım yerine hekim hastadan puan ve para çıkartmak zorunda. Aynı zamanda resmi sağlık giderleri on kat arttı. Sağlık sorunlarında on kat iyileşme oldu mu? Sınavların dürüstlüğü ve atamalar konusunda böylesine tartışmalar varken yeterliliğe, beceriye, bilgiye, liyakate kim inanır ve gelecek böyle bir çürük temel üzerinde nasıl şekillenir?.. Liyakat, yeterlilik, varsayımsal, subjektif bir kavram değildir. Bunun objektif, ölçülebilir, bilimsel-akademik, şeffaf, adil ölçütleri vardır, olmalıdır. Liyakata, yeterliliğe, bilgiye önem vermek bir ülkeyi, bir kurumu geliştirir, değerli yapar, etkinleştirir, marka değerini arttırır. Aksi takdirde piyon durumundan öteye gitmek mümkün olmaz.
Pek çok üniversitede rektörlük seçimleri var. Yasalarla ve uygulamalarla üniversitenin mutlak hâkimi ve yetkilisi rektörlerin seçimi pek haber değeri taşımıyor artık. Bir ülkenin yaşadığı tarihsel gelişimi ve geleceği belirleyen üniversiteler artık ne kadar ciddiye alınıyor? Üniversiteler tarihsel tanımları açısından evrensel kurumlardır, çağdaş bilimi, temel bilgileri, özgün fikirleri, aykırı düşünceleri, tartışmayı, sorgulamayı, onay-ret-doğrulama-çürütme çalışmalarını, deneme-araştırmayı, iletişim çağının içinde aktif olarak yer alır. Üniversite evrenseldir, ancak aynı zamanda yerelin sorunlarını en iyi bilen, tartışan, çözümler bulmaya çalışandır. Yerel sorunların değerlendirilmesi ve çözümünü de evrensel dile (yayına, bilimsel çalışmaya, kongreye vb.) dönüştürerek dünyaya sunar. Üniversite ülkenin tarihini yazar, geleceğini şekillendirir. Üniversiteler bilim ve sanat üreten merkezlerdir. “İbn’i Sina’ya göre “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” Bu göçe daha ne kadar göz yumulacak? Tamamen göçene kadar mı?
Saygılarımla