Bu yazımda coğrafi, siyasi ve yapısal olarak tamamen farklı birkaç ülkenin sağlık sistemini irdeleyip karşılaştırmayı ve bu bilgiler ışığında ülkemiz sağlık sistemini değerlendirmeyi ve öneriler sunmayı düşünüyordum. Ancak güncel gelişmeler, görüşler ve sonuç çıkarma yöntemlerimizi izledikçe vazgeçtim. En azından erteledim. Gerçeklerin, olguların, sayıların ve istatistiklerin ülkemizde taşıdığı önem ve ciddiyeti konusunda ciddi kuşkularım var. Olaylara sadece görülmek istendiği şekliyle bakılıyor ve sayılarla rahatlıkla oynanabiliyorsa değerlendirmelerin, doğru önermelerin ne anlamı var? En az hasarla dibe vurulup doğru değerlendirmelere ve çıkış yollarına bir an önce muhtaç olunmasını beklemek dışında!?. Bu anın geldiğinin farkında olunup olunmayacağına da emin değilim; ülkemde dibin tarifi ne acaba?.. Ya da dip var mı?
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bile başkanının her türlü bedeli ödemeyi göze alarak sağlık güvencelerini arttırmak, ücretsiz sağlık hizmetlerini genişletmek yönünde sağlık sistemini revize ederken biz tamamen paralı olacak şekle doğru eviriyoruz. Sağlık bilimi ve sağlık hizmetlerindeki niteliği ve kaliteyi de üniversiteleri çökerterek deviriyoruz. Elbette niyet okuyuculuğu yapmak doğru bir yaklaşım değil. Ama ne demişler, “Görünen köy kılavuz istemez.” Tamamen ücretsiz olan ve koruyucu sağlık hizmetleri öncelikli sağlık politikasını dönüştürerek koruyucu sağlık hizmetlerini aile hekimlerinin vicdanına ve bilgisine, tüccarın dürüstlüğüne ve belediyelerin şehir suyuna attıkları klorun miktarına, tedavi edici sağlık hizmetlerini performans felaketinden arta kalan resmi kurumlarda çalışan hekimlerin iyi niyetine, insan üstü çabasına ve özelleşmenin insafına bırakmış durumdayız. Böyle olmaması da sürpriz olurdu zaten.
Nereye kadar? Yukarıdaki paragraftaki sorunun yanıtına kadar.
Bu arada aydınların, üniversitelilerin, entelektüel birikimi olanların seyirci ya da gönüllü esir olma lüksü var mı? Batan geminin hangi kamarası güvenli? Üstelik ilk önce telef olanlar kendini kamarasına kilitlemiş olanlar olmuyor mu? Kafasını kuma gömen hangi deve kuşu azgın vahşiden kurtulmuş? Bu nice okumaktır? Bu ne biçim aydınlanmaktır?
“3. International Meeting on Aortic Diseases Congress”te sohbet ettiğim Türkiye kökenliler dâhil hekim arkadaşların Suriye ile aramızda sorunun ne olduğu, ülkemde güvenlik meselesi ve savaş olasılığı konusunda sorulara muhatap olmak ve gönül rahatlığı ile bunlara hemen yanıt verememek insanı üzüyor doğrusu.
21. yüzyılda hâlâ savaştan söz etmek ne acı. Yalanlarla, psikolojik etkileme ve medya yönlendirmeleriyle, satınalmalı kampanyalarla, provokasyonlarla sürdürülen bir süreç sonrası teorik güç üstünlüğüne dayanan kanlı ve yok edici saldırılarla sürdürülen bir dönüşüm planının istenilen sonucu vermediği, aksine tam tersi değişimlere yol açtığı, yeni oluşumun süreci planlayan ve yürütenlere ağır zararlar verdiği, tarihi inceleme zahmetine katlanmadan da günümüzdeki ve önümüzdeki Afganistan ve Irak örneklerine bakılarak kolayca anlaşılabilir. Öyle ki, bu süreç dağılmış ve teslim olmuş Rusya’nın yeniden toparlanmasını ve güçlenmesini, kabuğunun içinde kısılı Çin’in kabuğundan çıkıp yeni dünya devi olmasının yolunun açılmasını sağladı. Latin Amerika bağımsızlığını ilan etti. ABD, kontrollü kriz uygulayarak kendi iç dengelerini yeniden oluşturma, kolonyalist dönemin yok edici tembelliğinden ve çalışmadan zengin yaşamak virüsünden kurtulma ve artık kendi çöpünü kendi temizleyen vatandaşını oluşturma ve efendilerinden kurtulma fırsatını buldu. Dünya dengesi değişti ve dünya yeni dengesinin yeniden ve belirsiz bir biçimde değişmesine izin vermez. Çünkü bu kez dünyanın yörüngesinden sapabileceğini herkes(!?) görüyor.
İç işlerde yapılacak büyük yanlışlar dışa yansımadığı sürece dünya çapında büyük etkisi olmaz. Ancak dış işlerde yapılacak büyük yanlışlar, söylemler, davranışlar uzun süreli kalıcı hasarlara neden olabilir ve hatta bu hasarın bir daha düzeltilme şansı bile bulunamayabilir.
Bunları gören herhangi biri olarak, hekim arkadaşların sorularına nasıl ve ne şekilde yanıt verebilirdim?