İnsanlık tarihi boyunca dünyada sayısız uygarlık, devlet kuruldu, yıkıldı, yerlerine yenileri kuruldu. Doğa ise insanlar eliyle önce aritmetik, sonra geometrik olarak hep yıkıldı ve doğanın tamirinin çok zor olduğu yadsınamaz bir gerçek.
National Geographic’in yaptığı çalışmaya göre, buzulların tümü eridiğinde Danimarka, Hollanda, Belçika gibi ülkelerin tümü sular altında kalacak, Türkiye’nin kıyı şeridi şehirleri sular tarafından yok edilecek. Bu süreç öncesi kuraklıklar, seller, hava kirlilikleri, küresel ısınma yaşamı yaşanmaz yapacak.
Meteoroloji Genel Müdürü İsmail Güneş, 2040, 2070 ve 2100 yılları için Türkiye’nin küresel iklim modellerinin hazırlandığını belirterek, "Yağış şiddetlerinde bir artış var. Belki bir haftalık yağış, hatta bazen bir aylık yağış 24 saatte veya bir iki günde düşebilecek.” demektedir (AA).
“Doğa”, “Çevre” bizim de en önemli sorunumuz. Bunun farkında mıyız?
Ancak herkes umutsuzluğa kapılabilir, çaresiz hissedebilir kendini, ama bilim adamları asla. Asla yenilgiyi kabullenemezler. Yoksa ülkeniz, yaşam ve dünya için bir gelecek yoktur ve küre patlar. Ama gerçekler bütün çıplaklığıyla ortada dururken ve sorunlar katlanarak büyürken “meleklerin cinsiyetini tartışmanın”, “cambaza bakıp eğlenmenin” anlamı yoktur. Tarihte bu yolu izleyenlerin başlarına gelenlerin öğreticiliği hiç mi yok?
2013, her ne kadar nihai kararlar alınamasa da, çevre ve doğa konusunda önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 27 Eylül 2013 tarihinde her beş ila yedi yılda bir dünyanın iklim sisteminin geldiği durum hakkında yayımladığı, bilimselliği genel kabul gören, son derece önemli raporlardan beşincisi yayımlandı. Daha önce bu rapordan söz etmiştim, ancak raporda belirtilen ve doğrudan bizleri ve geleceğimizi ilgilendiren önemli bilimsel bulguları defalarca gündeme getirmek ve gereğini yapmak zorundayız. Ne diyordu rapor:
1950’den bu yana yapılan araştırmalara göre, dünyada ısı artışının birinci nedeninin “insan kaynaklı” olduğu belirlendi (yüzde 95 oranında).
Küresel ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığı verileri, 1901-2012 döneminde yaklaşık 0,90C’lik bir artış gösterdi.
Küresel ortalama deniz düzeyi 1901-2010 döneminde 19 cm yükseldi. Deniz düzeyi yükselmesini sürdürecek.
Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21. yüzyılın sonuna kadar sanayi öncesi döneme göre 1,5 0C’yi ve iki yeni senaryoya göre ise 20C’yi aşacaktır.
Geçen 30 yılda, küresel ölçekte 1850’den beri kaydedilen en sıcak ardışık 30 yıl, son 10 yıl ise en sıcak 10 yıldır.
Grönland ve Antarktik buzulları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetti ve küçülmeyi sürdürmektedir.
Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferik birikimleri, bugün itibarıyla son 800 bin yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeydedir.
Karbondioksit birikimleri sanayi öncesi döneme göre yüzde 40 oranında arttı.
Okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık yüzde 30’unu emmiş ve bu da okyanusların asitlenmesine yol açmıştır.
Okyanuslar 1971-2010 döneminde kesin olarak ısınmıştır. 1870’ler ve 1971 arasında ise olasılıkla ısınmıştır.
Raporda, hızlanan iklim değişikliği nedeni ile bunun önüne geçmek için hızlı bir şekilde değişikliğe ve kısıtlamalara ihtiyaç duyulduğu bildirilmiştir. Dünya için alarm zilinin çaldığı belirtilen raporda, sera gazı etkisi ve ormanların yok edilmesi ile iklim değişikliğinin hızlandırıldığı bildirilirken, dünyada ısı artışının en fazla 20C ile sınırlandırılması için çalışmalara başlanması gerektiği yönünde çağrı yapıldı.
Bu raporun ülkemizde birkaç kişi dışında neredeyse kimseyi ilgilendirmediğini görmek akıl alacak bir durum değil bana göre. Türkiye söylendiği gibi bekle/gör politikası mı izliyor?
Varşova’da yapılan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP-19, sona erdi. Yüz doksan ülkeden 9 bin katılımcı ile yapılan Zirve, zirve sonlanmadan önce özellikle Avustralya gibi ülkeler ve fosil yakıt lobilerinin blokajları ve kayıp-zarar telafi mekanizmasının oluşturulmasındaki anlaşmazlıklar nedeni ile G77 Ülkeleri+Çin ve Greenpeace, WWF, Friends of the Earth, Oxfam, Action Aid gibi çevre ve sivil toplum örgütlerinin zirveyi terketmesine karşın 2015 yılında Paris’te yapılacak toplantıda, işlevsiz kalacak KYOTO Protokolü yerine emisyon azaltma yükümlülüğü bulunan yeni protokolün hazırlığının ön aşaması olması, bazı alınan “yetersiz ama başlangıç olarak önemli” kararlar, “adaptasyon ve iklim fonlarının” oluşturulması ve dünya kamuoyunun ilgisi nedeni ile önemli idi.
Zirvede, ülkemize EK-1 ülkeleri arasında en yüksek emisyon artışına sahip ülke olması ve kömür yatırımlarını sürdürmesi nedeni ile “İklim Eylem Ağı” ve gençlik örgütleri tarafından “Günün Fosili” ödülü verildi. “Altın Ahududu” benzeri bir ödül ve bu ödülü aldığımız için ciddi ciddi üzülmemiz, düşünmemiz ve sorgulamamız gerek. “2013 yılı AB İlerleme Raporu”nda ve IPCC ülkeleri arasında ülkemiz en yüksek emisyon artışına sahip ülke. “BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”ni imzalamış ve AB’ye aday ülke statüsünde bulunan Türkiye’nin yükümlülükleri yerine getirmesi ve gerekenleri özellikle -sadece bu sözleşmeler nedeni ile değil- kendi halkı için yerine getirmesi gereklidir.
Önlemler son derece basit; fosil yakıtlardan vazgeçmek, doğaya saygılı temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, yeşili, suyu ve toprağı korumak, enerji tüketimini azaltmak, eğitim, denetim ve çevre konusunda küresel, saygılı ve etik düşünmek ve bir an önce harekete geçmek.
Şans denilen bir şey varsa, şanslıyız ki dünyada çevre hareketleri çok aktif ve etkili. Doğa “Son Gün” gelmeden ardı ardına uyarılarını yapıyor hem de giderek artan şiddette.
Anlamayanları ve umursamayanları bile uyaracak şekilde!