Doğanın kaynaklarının sonsuz olduğu ve yalnızca ülkelerin ekonomik olarak büyümeleri, insanların tüketimi ve keyfi için var olduğu düşüncesiyle ne olursa olsun büyüme ve kalkınma anlayışının çevreye, insanlara ve ekosisteme verdiği zararların etkisi ve büyüklüğü 1970’li yıllarda görülmeye başlamış ve sanayileşmenin, kentleşmenin, nüfus artışının ve ülkeler arası rekabetin hız kazanması ile birlikte oluşan hasarların tüm dünyayı etkilemesi ile “sürdürülebilirlik” kavramı gündeme gelmiştir.
“Sürdürülebilir kalkınma”nın en yaygın tanımı 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından Brunvaldt Raporu’nda yapılan tanımdır. Bu tanıma göre kalkınma; “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme yeteneğini ortadan kaldırmaksızın şimdiki neslin ihtiyaçlarının karşılanması”dır. Raporda, sürdürülebilir kalkınmada stratejik şartlar olarak yedi hedef sayılmıştır;
1. Yoksulları da hedef alarak büyümeyi canlandırmak,
2. Büyümenin niteliğini değiştirmek,
3. Temel insani ihtiyaçları (iş, yiyecek, enerji, su ve sağlık hizmetleri) karşılamak,
4. Sürdürülebilir bir nüfus düzeyi sağlamak,
5. Kaynak tabanını korumak ve artırmak,
6. Teknolojiyi yeniden yönlendirmek ve riski yönetmek,
7. Karar süresince çevre ve ekonomiyi birleştirmek (1).
Sürdürülebilir kalkınma konusunda yapılan çok sayıda uluslararası toplantı ve Birleşmiş Milletler (BM) konferanslarına karşın ülkelerin çevreye önem vermeden hızlı büyüme çabaları, ham madde ve enerji kaynakları çatışmaları durmaksızın devam etmiştir. Küresel ısınma, iklim değişikliği ve buna bağlı çevre sorunları, hava, su ve toprak kirliliklerinde artış, su, gıda ve kaynak savaşlarının küreselleşmesi olasılıkları, enerji arz ve talebi güvenliği, kaynakların hızla tükenmesi, ağır silahlanma yarışı, ormanların ve biyolojik çeşitliliğin azalması, atık sorunu, artan sağlık sorunları ve salgın hastalıklar, aşırı nüfus artışı, yoksulluğun ve eşitsizliğin artışı ve göçler sık sık konuşulur olmuştur.
Bölgemizde ve dünyanın bazı yerlerinde yaşanan çatışmaların temelinde enerji ve kaynak egemenliğini elde etme hedeflerinin yanı sıra iklim değişiklikleri ve sürdürülemez politikalar nedeni ile artan yoksulluk, kuraklık, kıtlık ve su sorunlarının olduğu konusunda benzer değerlendirmeler vardır.
Özellikle küresel toplumun ontolojik devamlılığının yok olma tehdidi altına girmesi, büyük çevre felaketleri ve IPCC ve diğer bilimsel raporlarda tartışılamayacak bilimsel ve alarm verici bulgular çevreci hareketlere ivme kazandırmış ve sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma konusu BM’nin ana konularından biri ve uluslararası anlaşmalar, denetimler, yaptırımlar ve hukuk konusu olmuştur. Yapılan çeşitli bilimsel modellemelerde, var olan büyüme ve tüketim eğilimlerinin sürmesi durumunda dünya nüfusunun çok önemli bir bölümü su, gıda, enerji gibi temel gereksinimlerini karşılayamayacak, ham maddeler 2050 yılında hızla tükenecektir. Sürdürülebilir bir kalkınmada kıt olan kaynakların tüketilmeden, gelecek nesiller de düşünülerek en verimli bir şekilde, tüm insanlar için adil ve eşit bir şekilde kullanılması, enerjinin yenilenebilir ve temiz kaynaklardan sağlanması, çevrenin kirletilmemesi ve korunması, yoksulluğun önlenmesi, toplum bilincinin artırılması, eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerin yeterliliği ve eşit dağılımı, cinsiyet eşitliği ve gerçek demokrasi olmalıdır. Sağlık aynı zamanda, birey, grup ve toplumların fizyolojik, psikolojik ve sosyal yönlerini de ilgilendiren bir kavramdır. Sağlıklı insanlar sürdürülebilir bir kalkınma için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Ekonomi ve yeni teknolojinin tasarrufu, iş etiğini, işçi haklarını, sosyal yaşamı, yaşam kalitesini, insan ve canlıların sağlığını ve çevre boyutunu gözetmesi zorunludur. Sürdürülebilir kalkınma aslında daha sağlıklı bir toplumu ifade etmektedir. Sürdürülebilir kalkınmada üç temel faktör birlikte yer alır;
1. Çevresel (ekolojik) boyut,
2. Sosyal ve etik boyut,
3. Ekonomik boyut.
Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde olmak üzere pek çok ülkede sürdürülebilir kalkınma ve çevrenin korunmasına yönelik yeni yaklaşımlar ve sürdürülebilir ekonomi konularında önemli gelişmeler yaşanmakta, anlaşmalar yapılmakta, uygulamalar gerçekleştirilmektedir. BM gözetimiyle karbon emisyonlarını ve karbon ayak izini azaltma, çevreyi koruma ve adaptasyon çalışmaları yaptırım ve ceza boyutu da sağlanarak gerçekleştirilmektedir. Sürdürülebilirliği benimseyen şirketler rekabette öne çıkmaktadır. Gerçek ve bilimsel bir sürdürülebilir kalkınma geleceğin toplumunun öncelikli gündemlerinden biri olacaktır. Bazı anlaşmalara yalnızca imza atıp gereğini yapmamak veya bazı çalışmalar yapıyormuş gibi gözükmek bir ülkenin sürdürülebilirliği için yeterli olmayacaktır.
Böyle bir çerçeve içinde enerji bakımından dışa bağımlı, su zengini bir ülke olmadığı resmi olarak açıklanan (2), çevre sorunları ve kirliliği ciddi boyutlarda olan, verimli tarım arazilerini ve ormanlarını hızla yitiren, gıda fiyatları ve yiyecek yetersizliği giderek artan, sürdürülemez kentleşme sorunlarının tüm sıkıntılarını yaşayan, sürdürülebilir bir kalkınma sürdürmediği ekonomik, çevresel ve sosyal bulgularla açıkça görülen, nüfusu gelişmiş ülkelere göre hızla artan, çevresi çatışmalarla ve iç karışıklarla son derece ciddi sorunlar yaşayan ülkelerle çevrili ve BM karbon emisyonları azaltımı ile ilgili yaptırımlardan kaçınmaya çalışan ülkemiz ne yapacak?
1. World Commission for Environment and Development WCED (1987) ‘Our Common Future’ (Oxford: Oxford University Press)
2. http://www.dsi.gov.tr/toprak-ve-su-kaynaklari