Akademi; TDK Büyük Türkçe Sözlüğü’nde “1. Bilim dallarında, güzel ya da uygulamalı sanatlarda orta ve yüksek öğretim yapan kimi okullara verilen ad. 2. Üyeleri bilginlerden, yazarlardan, sanatçılardan oluşan bilim ve sanat kuruluşu.” olarak tanımlanıyor. Yine aynı sözlüğe göre Üniversite, “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu” olarak tanımlanıyor. Bilim için ise “Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim. Bilimler topluluğu ve bilimsel bilgilerin tümü. Alanını oluşturan olaylar üzerinde betimleme, açımlama ve öndeyilerde bulunma olanağı veren, uygulamalı yordamlar geliştirmeye yardımcı olarak konusunu denetim altına almaya elveren bilgiler üretme çabası ya da bu tür bilgiler kümesi.” şeklinde tanımlar yapılıyor. Bilim insanının araştırıcı, tarafsız, objektif, ön yargıdan uzak, otorite tanımayan, kuşkucu, eleştirici, mantıksal, akılcı, ölçülebilir kanıtlara ve deneylere dayanan niteliklere sahip olması gerektiği genel kabul görmüş bir şart.
Neden konuyla ilgili herkesin bildiği bu gerçekleri yeniden yazmak zorunda kaldım? Son zamanlarda konu ile ilgili ilgisiz, az bilgili, (tamamen) bilgisiz pek çok kişi akademileri, üniversiteleri, bilim insanlarını yazıyor, çiziyor, bazı genellemeler yaparak hakaret ediyor, aşağılıyor, saldırıyor. Bilimsel tartışma, akılcı yaklaşımlar ve eleştiriler bir yana bırakılmış; korkunç, akıl almaz bir yıpratma, yok etme kampanyasını şaşkınlıkla izliyoruz. Mümkün olsa da hepsini yakıp yıkıp yok edelim, diyenleri bile izliyoruz. Hekimlere, sağlık çalışanlarına saldırı günlük rutin sıradan bir olay hâline gelmiş. Peki, yok edelim hepsini ama yerine ne koyalım? Örneğin; hekimlerin yerine? Dağdan toplanan otları kaynatmak yeterli mi ya da internetten öğrendiği doğruluğu kuşkulu üç beş bilgi kırıntısını pazarlayan çokbilmişler ve “charlatan”lar tüm sağlık sorunlarımızı çözerler mi? Teknolojinin insan yararına olanının yerine hileye yönelik özelliklerine meraklı kitleler gibi düşünelim bir; acaba şu “teletıp” hekimlerin yerini alabilir mi?
Dünya Sağlık Örgütü tele-tıpı; bireylerin ve toplumların sağlık düzeylerinin iyileştirilmesi, hastalıkların ve kazaların önlenmesi; sağlık personelinin sürekli eğitimi ile tüm sağlık profesyonelleri tarafından bilgi ve iletişim teknolojileri kullanılarak, uzaktan ve geçerli bilgi iletişim yöntemleri ile sağlık hizmetlerinin verilmesi şeklinde tanımlanmakta (1).
Teletıp uygulamaları pek çok ülkede farklı şekillerde tartışılmaktadır. Teknolojinin ve telekomünikasyon sistemlerinin gelişimi ile beraber sağlık alanında tele-konsültasyon, tele-monitörizasyon, tele-izlem, hasta takibi, sağlık bilgilerinin depolanması, paylaşılması ve tartışılması, tele-eğitim ve tele-tedavi yaklaşımları gündeme geldi ve pek çok ülkede çeşitli şekillerde uygulama alanına girdi. Sağlık alanında teletıp uygulamasının kolaylaştırıcı, sağlık hizmetini en ücra köşelere kadar verilebilmesini sağlayıcı ve sağlık giderlerini azaltıcı yararlarının yanı sıra pek çok sorun da ortaya çıktı ve hatta Almanya gibi bazı ülkelerde bu uygulamalara kısıtlamalar getirildi. Teletıp uygulamalarında tartışılan en önemli sorunlar veri koruma/veri güvenliği, bilgi sistem güvenliği ve tıbbi-etik-yasal sorunlar oldu ve ayrıca geri ödeme, uygulama standartları olmaması ve iletim ve teknoloji altyapısı sorunları halledilemeyen en önemli teknik sorunların başında geldi. Teletıp uygulamalarını denetleyen ve düzenleyen çeşitli resmi kurumların oluşturulmasına karşın güvenlik ve güvenirlik sorunu, hastaların özel bilgilerinin temel insan haklarına aykırı bir biçimde paylaşılması ve kötü ellerde kullanılabilme olasılığı, özel bilgilerin ticari olarak kullanılması, birebir hasta-hekim teması olmadan uzaktan yaklaşımın yetersizliği nedeni ile yanlış tanı ve tedavi uygulanarak hastaların zarar görebilme olasılığı ve bunların neden olacağı tıbbi, etik ve yasal sorunlar teletıp uygulamalarının sınırlı kalmasına neden oldu. Radyolojik görüntülerin paylaşılması, hekimler arası konsültasyon, kalp pili, ICD gibi cihazların takibi, tele-eğitim gibi konular özellikle yaygın olarak “teletıp”ın kullanılma alanları oldu.
Aslında teletıp konusu uzun bir tartışma ve yazı gerektiren bir konudur. Ancak asıl konumuza dönecek olursak; teletıp uygulamalarında hiçbir şekilde bilgisayar ve internet hekimin yerini almadı ve almayacak. Tüm tanısal değerlendirmeleri ve tedaviyi nitelikli, iyi yetişmiş, aynı zamanda bir bilim insanı olan hekim yapmaktadır ve yapacaktır. Ayrıca unutulmaması gereken en önemli, en temel etmen, her hastanın kendine özel farklılıkları bulunduğu, hastadan doğrudan alınan anamnezin, bedensel muayenenin ve toplanan bilgi ve bulguların, değişkenlerin psiko-sosyo-ekonomik etkenler de göz önüne alınarak doğru değerlendirilmesinin doğru ve yararlı tanı-tedavide belirleyici olduğudur. Teletıp hekimin ve hastanenin yerini alacak bir yöntem değildir, yalnızca nitelikli hekimlere ve bilime yardımcı bir yöntemdir ve bu gerçek çağdaş ülkelerde tartışma konusu bile yapılmamaktadır.
Bu tespitleri yaptıktan sonra önemli bir soruyla ve öldürücü bir sorunla yeniden karşı karşıya kalıyoruz. Tamam, bilim ve bilim insanı olmak gereksiz ve anlamsız bir iş ve nitelikli, iyi yetişmiş hekimleri, bilim insanlarını, üniversiteleri, akademileri yok edelim ama yerine ne koyacağız?
Kaynak
World Health Organization (WHO). Telemedicine: Opportunities and Developments in Member States: Global Observatory for eHealth Series. Vol. 2. Switzerland: WHO Press; 2010. p.1-93.