Günümüzde küresel ısınma, çevre sorunları, aşırı nüfus artışı, kaynakların azalması, su, enerji, açlık ve yoksulluk sorunları, küresel adaletsizlik, savaşlar ve göçler gibi sorunların yol açtığı büyük bir “kaos” yaşanmakta ve dünyanın ve yaşamın sürdürülebilirliği ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Bu süreçte ancak bilimsel ve etik akılla hareket eden, bilimi ve gerçek ve doğru bilgiyi doğru kullanan, eğitimine önem veren, iç barışı ve adaleti sağlayanların ayakta kalabileceği, varlığını sürdürebileceği ortadadır.
Sürdürülebilirlik kavramı, Aristoteles’in “kendi kendine yeten ev ekonomileri” yaratmaya çalıştığı günlerden beri bilim ve felsefe dünyasının ilgisini çekmiştir. Sürdürülebilirlik canlılık ve dünyanın varlığı için en temel konudur. Ekosistemin, biyolojinin, genetiğin, kalıtımın, biyoenerjetiğin, termodinaminin diyalektiğin temel yasaları da buna dayanmaktadır. Ekolojik dengenin sürdürülebilirliğinin temeli ekosistem denkleminin ve homeostasisin (iç denge) korunmasına bağlıdır. Doğanın ve kaynakların korunması ve biyolojik sistemlerde üretkenlik ve devamlılık sağlanmalıdır.
“Sürdürülebilir kalkınma”, çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığa yol açmayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da göz önünde bulundurularak kullanılması ilkesinden özveride bulunmaksızın, ekonomik gelişmenin sağlanmasını ifade eder. Sürdürülebilir bir kalkınma, ancak sürdürülebilir bir çevre ile birlikte mümkün olabilir. Çevre etiği, ekolojik dengenin ve ekosistemin korunarak çevreye saygı gösterilmesini gerektiren davranış ve değerlerdir. Çevre ile ilişkilerimizi, ister siyasal ister yönetsel ve isterse de hukuksal olsun, etik yaklaşımlarımız ve değerlerimiz belirler.
Yapılan çeşitli bilimsel modellemelerde günümüzdeki büyüme ve tüketim eğilimlerinin sürmesi durumunda dünya nüfusunun çok önemli bir bölümü su, gıda, enerji gibi temel gereksinimlerini karşılayamayacak, kaynaklar hızla tükenecektir ve insanın ontolojik devamlılığı yok olma tehlikesi altına girecektir. Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilirlik kapsamında belirlediği hedefler şunlardır: 1. Açlık da dâhil olmak üzere aşırı yoksulluğu sona erdirmek, 2. Gezegensel sınırlar içinde sürdürülebilir gelişmeyi başarmak, 3. Yaşam ve geçim için tüm çocuklar ve gençlere etkili eğitim sağlamak, 4. Herkes için cinsiyet eşitliği, sosyal içerme, insan hakları elde etmek, 5. Her yaşta sağlık ve refaha ulaşmak, 6. Tarım sistemlerini geliştirmek ve kırsal refahı yükseltmek, 7. Kapsayıcı, üretken ve dayanıklı şehirler yaratmak, 8. İnsan kaynaklı iklim değişikliğini durdurmak ve sürdürülebilir enerji sağlamak, 9. Ekosistem hizmetleri ve biyoçeşitliliğin güvenliğini sağlamak, su ve diğer doğal kaynakların iyi yönetimini garanti altına almak,10. Sürdürülebilir gelişme için yönetişimi dönüştürmek. (1)
Ekolojik durumu ve çevresel sürdürülebilirliği ölçülebilir kılmayı sağlayan Ekolojik Ayak İzi kavramı üzerinden incelendiğinde, Türkiye’de tüketimin Ekolojik Ayak İzi, kişi başına küresel biyolojik kapasitenin yüzde 50 üzerindedir. Ulusal ekolojik açığımız küresel açıktan çok daha yüksektir Bu durum, dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de sürdürülebilir olmayan bir yaşam biçiminin işaretidir. Ülkemizde hâlâ insanmerkezciliği aşamayan etik yaklaşımlar ve değerlerin, siyasal, yönetsel ve hukuksal pratikte önemli ilerlemeler yaratamadığı görülmektedir.
İnsanlık doğanın bir parçası olarak vardır. Doğa ve doğal kaynaklar korunmadığı durumda bir geleceği yoktur. Sürdürebilirlik bugün ve gelecek arasındaki en önemli kavramdır. Geleceğimizi kuralım derken bugünümüzü iflas ettirmeden, bugün ekonomi için maksimum kâra ulaşalım derken geleceğimizi yok etmeden, sağduyu ile toplumu ve doğayı gözeten yaşamın tüm alanlarını içine alan bir dengeyi bulmak ve gelecekte de sağlıklı bir şekilde var olabilmek.
Kaynak
http://www.un-documents.net/our-common-future.pdf