Son zamanların en önemli konularından biri olan "mobbing", bilindigi gibi "Bir kişiyi psikolojik baskı altında tutarak yıldırma ve görevden ayrılmaya zorlama eylemidir" ve esas olarak yönetici konumundaki kişiler tarafından uygulanır. Fakat "mobbing" magdurları için asıl yıkıcı olan, haklarını arayamamaları, hakkın aranması ile ilgili makamların ilgisizligi, arkadaşlarının ve meslektaşlarının vurdumduymazlıgı, hatta "mobbing" uygulayanların işlerini kolaylaştırmaları ve çeşitli gerekçeler yaratarak onlara destek olmalarıdır. Aşagıda ülkemizde benzeri kim bilir kaç kez yaşanmış tamamen kurmaca bir mobbing öyküsünü bu açıdan ele almaya çalışacagım:
Diyelim ki, öğretim üyesi olarak görevli olduğunuz sağlık bilimleri enstitüsüne enstitünün yönetmeligindeki bir maddenin uygulanması talebi ile bir dilekçe verdiniz. Fakat yönetici yazdıklarınıza çok sinirlenerek dilekçenizi cevaplamaz. Bunun üzerine yeni bir dilekçe ile konuyu enstitü yönetim kurulu üyelerine de duyurmaya çalışırsınız. Buna da hiçbir cevap verilmez. Bu süreç ilk dilekçenizin üzerinden en az üç ayın geçmesi demektir.
Yükseköğretim Mevzuat’ına göre bundan sonraki aşama rektörlüge başvurmaktır. Derdinizi anlatan bir dilekçe yazarak mevzuatı uygulamayanları ve dilekçelerinize cevap vermeyenleri şikâyet edersiniz. Rektörlük biraz daha kendini Kanun’a uymak zorunda hissettigi için bir ayın dolmasına birkaç gün kala dilekçenizi cevaplar. Fakat bu dilekçenizin elinize öğretim üyesi olduğunuz üniversitenin evrak dagıtımını yapan memurlar ile degil de postacı tarafından getirildigini görünce "Ben bu üniversitenin bir öğretim elemanı sayılmıyor muyum acaba?" düşünceleri kafanızda dolaşırken zarfı açar ,fakat yazıyı okuyunca gözlerinize inanamazsınız. Üniversitenin en yüksek makamında oturan kişinin imzasıyla gelen yazıda konuyu incelemek üzere bir öğretim üyesinin görevlendirildigi bildirilmektedir. İçinizden "Nasıl yani?" dersiniz. Rektörün, yöneticisi olduğu üniversitenin yönetmeliginin bir maddesinin ne anlama geldigini anlamak için incelemeci atamış olduğuna hayret edersiniz. Fakat kısa süre sonra "Dogru ya" dersiniz "Rektör hukuktan anlamak zorunda degil." Fakat rektörün neden konu hakkında hukuk müşavirinden görüş almak yerine konuyu incelemek üzere bir öğretim üyesi görevlendirdigini düşününce kafanız yeniden karışır.
Aylar geçer, bir cevap alamayınca konuyu (YÖK)’na taşırsınız. (YÖK)’ün üniversitenizden hızlı bir şekilde cevap istediğini duyunca sevinirsiniz. Birkaç ay sonra üniversitenizin YÖK’e konunun incelenmekte olduğunu bildirdigini, YÖK’ün de bu incelemeyi bekledigini öğrenince bilgi edinme hakkını kullanarak konuyu izlemeye çalışırsınız. Fakat bu arada büyük bir şaşkınlıkla öğrenirsiniz ki, enstitü müdürlüğüne verdiginiz dilekçeleriniz nedeniyle hakkınızda soruşturma açılmış. Üstelik konunun enstitü yönetim kurulunda görüşülerek hakkınızda soruşturma açılması kararı verildigini ve bu karar üzerine rektörün soruşturma başlattıgını görünce "Vay be
" demekten kendinizi alamazsınız. Fakat bir yandan da "Allah Allah, neden kaç aydır soruşturulan olarak benim hiç ifadem alınmadı ki acaba?" dersiniz.
İki üç ay daha geçtikten sonra aklınıza YÖK’e yazmak gelir; YÖK’ten hakkınızda açılan, fakat hiçbir ifadenizin alınmadıgı soruşturmaların tamamlanması için girişimde bulunmasını istersiniz. Sonra yeniden bekleyiş başlar. Fakat YÖK de dilekçenize cevap vermez; ne ilk dilekçeniz hakkında ne son dilekçeniz hakkında. Yeniden bilgi edinmeyle YÖK’e sorunca öğrenirsiniz ki son dilekçenizle ilgili olarak YÖK Denetleme Kurulu inceleme başlatmış. Fakat aklınıza ilk filmin başa sarıldıgı gelir. Hâlâ üniversitenize ve YÖK’e verdiginiz asıl konuyla ilgili dilekçenize bir cevap alamadıgınızı hatırlarsınız. Ne yönetmeligin uygulanmasının ne disiplin cezası açısından konunun zaman aşımına ugramaya dogru gittiginin ne dilekçelere cevap verilmeyişinin ve ne de maruz kaldıgınız "mobbing" uygulamasının kimsenin umurunda olmadıgını kimbilir kaçıncı kez anlarsınız. İçinizi mücadele azminizi daha da arttıran derin bir hüzün kaplar.