Basına yansıyan haberler ve sağlık çalışanlarının günlük uygulamaları sırasındaki gözlemleri, ülkemizde hasta-hekim ilişkisinde ciddi sorunlar yaşandığını göstermektedir. Hasta-hekim ilişkisinde profesyonel olan tarafın hekimler olması nedeniyle ilişkide yaşanan sorunlara çözüm geliştirme ve ilişkiyi daha olumluya götürme yükümlülüğü hekime aittir. Hasta-hekim ilişkisinde yaşanan sorunların boyutlarından biri de, konuya hastaların bakış açısıdır. Bu konuda bilgi sahibi olunmadığında çözüm geliştirmek mümkün değildir. Hastaların bakış açısını gösterebilecek bilgilere ulaşmanın bir yolu da, hastane hasta hakları kurullarına yapılan başvuruları incelemektir.
Nitekim, Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri dergisinin 2011 yılı 3. sayısında yayımlanan “Hastane Hasta Hakları Kurullarının İletişim Sorunu İçerikli Başvurulara Bakışı: Konya Hastaneleri Örneği” başlıklı makalede bu konu incelenmiştir. Bu araştırmada, Uludağ, “Hasta Hakları Uygulama Yönergesi” çerçevesinde Konya’da hastanelerde oluşturulan “hasta hakları kurulları”nın iletişim sorunu içerikli başvurulara bakışını incelemiştir. Araştırmada şikâyetlerin daha çok ‘poliklinik hizmetleri’ (yüzde 40.0) ile ilgili olduğu ve bunu ‘ilk ve acil yardım hizmetleri’ (yüzde 17.9) ile ilgili şikâyetlerin izlediği görülmüştür. Şikâyetler içerik analizi yöntemi kullanılarak içeriklerine göre sınıflandırıldığında, yüzde 40.4’ünün iletişim kaynaklı olduğu ve bunu tıbbi sorunlar (yüzde 17.9), hizmete erişememe (yüzde 14.7), işletme sorunu (yüzde 14.2) ile ilgili şikâyetlerin izlediği belirlenmiştir.
Araştırmanın ilginç bulgularından biri de, kurula giren tüm dosyaların yüzde 62.7’sinin hastanın aleyhine sonuçlanmış olmasına karşın, iletişim sorunu olarak sınıflandırılan başvurularda bu oranın yüzde 74.3’ünün hasta aleyhine sonuçlanmış olmasıdır. Uludağ, iletişim sorunu içerikli başvuruların hasta aleyhine sonuçlanma oranının daha yüksek olmasının kurulların yapısından, iletişim sorunlarının genelde soyut olduğu için ispatlanmasının zor olmasından ve genellikle olayların tıbbi boyutunun ön planda tutulmasından kaynaklanabileceğini ileri sürmektedir. Uludağ, elde ettiği bulguların sağlık personelinin gerek okul döneminde gerekse de mezuniyet sonrasında hasta ve hasta yakınlarıyla doğru bir iletişim kurmasına dönük olarak eğitim çalışmalarının yapılmasına gereksinim duyulduğunu gösterdiğini bildirmektedir.
Bir araştırmanın bulgularından yola çıkarak bir genelleme yapmak yanlış olmakla birlikte, günlük uygulamalarda karşılaşılanlar bu araştırmanın bulgularını ve yorumlarını desteklemektedir. Hekimler için klinik uygulamalar her şeyden önce gelmektedir. Bu yaklaşım, hekimlerin hastalarından klinik uygulamaları kolaylaştıran, uysal, söz dinleyen ve tedavi uygulamalarını eksiksiz uygulayan tutum ve davranışlar göstermelerini beklemelerine yol açmaktadır. Oysa, kişilik yapıları ve herhangi bir ciddi hastalığa yakalananlarda görülen psikolojik tepkiler dikkate alındığında bu beklentinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açık olarak görülmektedir. Olumlu hasta-hekim ilişkisinin hasta psikolojisini etkileyerek hastalığın prognozunu da etkilediği dikkate alındığında hasta-hekim iletişimine en az klinik uygulamalar kadar önem verilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.