Hekimden bilgili, becerikli, bilimsel gelişmelere ve yeniliklere açık, şefkatli, karşıdakini anlayabilen, hoşgörülü, merhamet hisleriyle dolu, kendi çıkarını hastasının gereksinimlerinden önde tutmayan, anlayışlı ve her türlü ayrımcılıktan uzak bir insan olması beklenir. Gerçekten, bu özelliklere sahip olmayan bir kişinin iyi bir hekim olması beklenemez. Üzerinde biraz düşünüldüğünde, bu özelliklere sahip bir kişinin yetişmesinin ne kadar zor olduğu ve maliyetinin çok yüksek olduğu kolayca görülmektedir. Fakat bir insanın bu özelliklerini tek taraflı olarak geliştirmesi ve koruması mümkün değildir. Bir insanın bu özelliklere sahip olması ve sahip olduğu bu özellikleri koruması içinde yaşadığı topluluğun/toplumun ona yönelik davranışlarından yakından etkilenir. Bu özelliklere sahip olan bir insanın, bunları koruyabilmesi için, içinde yaşadığı topluluğun/toplumun ona yönelik davranışları önemlidir.? Bir yerlerden beslenmedikçe bu özelliklerin sönmesi ve yerini başka duygulara bırakması beklenen bir durumdur.
Ülkemize bakıldığında durum ne yazık ki bugünlerde pek iç açıcı görünmemektedir. Mesleğinden soğumaya ve hastalara yönelik merhamet duygularını kaybetmeye başladığını söyleyen hekim sayısı giderek artmaktadır. Hekimin mesleğinden soğuması tüm toplumun kaybetmesi demektir. Bu soğuma yalnız hasta-hekim ilişkisine yansımakla kalmaz, sağlık hizmetlerindeki kaliteyi de olumsuz etkiler. Hastalarından ya da hasta yakınlarından her an fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kalacağını düşünerek çalışmak ve merhamet duygusunu korumak kolay değildir.
Toplumumuzda son yıllarda gözlenen sosyolojik değişim ve sağlık hizmetlerinde oluşan dönüşüm doğal olarak halkın hekime bakış açısını da etkilemektedir. Belli bir noktaya kadar iyi bir hizmeti hak olarak görmek, hakkını aramak, hekime adeta bir ilahmış gibi bakmaktan uzaklaşmak olumlu değişimler olarak nitelenebilir. Fakat ülkemizde bu tür olumlu değişimlerden çok, halkın hekimi, kendisine hizmet vermesi gereken (hemen, tam istediği gibi, kural ve sınır tanımadan) bir görevli gibi algılama eğiliminin arttığı gözlenmektedir. Diğer yandan bu eğilime ülkemizde yazılı ve yazılı olmayan her türlü kuralın gerektiğinde kolayca esnetilebilmesi, hak arama yollarının iyi işlememesi, Türk insanında yaygın olarak bulunan ve kolayca canlanan hakkının yendiği duygusu da eklenince kolayca şiddete başvuran bir insan ortaya çıkmaktadır.
Bir babanın çocuğuna rapor vermediği gerekçesi ile hekime saldırdığı olay, konunun sosyolojik ve psikolojik olarak daha iyi anlaşılması için bir örnek olarak alınabilir. Olaya bütün olarak bakıldığında, eğitim sistemindeki çarpıklıkların ve adaletsizliklerin hesabının hekimden sorulduğu açıktır. Olayı ‘yolunu ya da adamını bulanın rapor alabiliyor olması’, ‘babanın yaşadığı suçluluk duyguları’, ‘babanın haksızlığa uğradığı, adam yerine konulmadığı ve kendisine değer verilmediği duyguları’, ‘hekimden yasal ve etik olmayan bir talepte bulunuluyor olması’, ‘yetkililerin sahte rapor verilmesi durumunda yasal işlem yapılacağını bildiriyor olması’, ‘hekimin o kadar iş yükü arasında hiçbir sorumluğunun olmadığı sosyal bir sorunun ortasında kendisini bulması’ gibi her biri ayrı ayrı analiz edilebilecek bileşenlere ayırmak mümkündür. Bu bileşenlere daha birçok bileşen eklenebileceği ve her biri için ayrı ayrı yorumlarda bulunulabileceği dikkate alındığında nasıl büyük bir sorunla karşı karşıya kalındığı daha açık olarak görülmektedir.
Evet, sosyolojik ve psikolojik olarak analiz edildiğinde ortaya konanlar ne olursa olsun, hekimin psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kalmasının bir açıklaması olamaz. Asıl önemli olan, sonuçta birçok hekimin mesleğinden soğumaya ve merhamet duygusunu giderek kaybetmeye başlıyor olduğudur. Bu durum, üzerinde özenle durulması gereken bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Hekimden merhamet duygusunu alırsanız geriye neyi kalır ki?..