Yeni yükseköğretim yasası hazırlanırken, halen geçerli olan Yasa’nın olumlu ve olumsuz sonuçlarının mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. Mevcut Yasa’nın hükümleri çerçevesinde yöneticilik yapan bazı rektörler çok başarılı olurken bazı rektörlerin başarısız olması, sorunun yalnız Yasa’nın içeriğinden kaynaklanmadığını akla getirmektedir. Bu durum, yükseköğretimdeki sorunların esas kaynağının ülkemiz insanının ve toplumsal yapımızın içine işleyen zihniyetin olabileceğini düşündürmektedir. Kutuplaşmayı, bizden olmayana hiçbir hak tanımamayı ve dışlamayı içeren bu zihniyet aşılmadıkça yalnızca yeni bir yasa ile sorunların çözülmesi mümkün değildir.
Yükseköğretimde yaşanan huzursuzlukların en önemli kaynağı olduğu göz ardı edilerek, mevcut Yasa incelendiğinde, Yasa’nın yönetim bilimlerinin gereklerine göre hareket eden rektörlere geniş yetki tanıyarak kendi vizyonlarını yaşama geçirme şansı verdiği görülmektedir. Ancak, yükseköğretim kurumlarında yaşananlar, rektörlerin Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’nun ve cumhurbaşkanlarının mevcut yasanın ruhunu kötü(ye) kullandıklarını göstermektedir. Başarısız olduğu çok açık olan, üniversitenin gelişimine hiçbir katkısı olmayan, öğretim üyelerini birbirine düşüren, döner sermayeleri batıran rektörlerin yeniden atanması; hiçbir yöneticilik deneyimi olmayan öğretim üyelerinin müdür, dekan ya da rektör olarak atanması, atamalarda temel ölçüt olarak adayın bizden olup olmadığının alınması, üniversitelerde her türlü “mobbing” uygulamasının yaygın olarak yaşanması, hak arama yollarının yöneticiler tarafından tümüyle tıkanması bunun bazı örnekleridir. Bu örnekler dikkate alındığında, yükseköğretim yasası hazırlanırken yalnız yöneticilerin nasıl atanacağına takılıp kalmanın beklenen sonucu yaratmayacağını düşündürmektedir. Hızlı çalışan ve kısa sürede sonuçlanan denetim düzenekleri kurulmadıkça ve hak arama yolları sonuna kadar açık tutulmadıkça hangi yöntemle olursa olsun atanan her yöneticinin gücünü kötü(ye) kullanma olasılığı bulunmaktadır. Atamalar dışında üniversitelerde yaşanan diğer temel sorunlar arasında inceleme ve soruşturmaların, ders görevlendirmelerinin, akademik yükseltme ve atamaların ve kaynakların hakkaniyetli kullanımının olduğu görülmektedir. Bu sorunlar dikkate alındığında yeni yasanın ruhunun uzlaşmayı teşvik eden nitelikler taşıması gerektiği, inceleme ve soruşturmaların adil ve tarafsız yürütülmesinin, akademik yükseltme ve atamalarda tek başına bir yöneticiyi ya da kurulu yetkili kılmayan nitelikler taşımasının sağlanması gerektiği açık olarak görülmektedir.
Üniversitelerde uzlaşmayı teşvik etmenin en iyi yolu, seçimler ve bu seçimler sonucunda yapılacak atamalardır. Atamalarda temel ölçüt “seçimlerde en çok oy alan” yerine “öğretim üyelerinin en az yarısının oyunu alan” olmalıdır. Bu amaçla, iki turlu ya da tek turda birden fazla adaya oy vermeye olanak tanıyan bir sistem geliştirilmelidir. Aslında yöneticinin değil, yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi ve yönetim kurulu üyelerinin de kendi aralarından müdür, dekan ya da rektör seçmeleri daha demokratik bir yapılanmayı sağlayacaktır. Yükseköğretim kurumlarındaki her türlü kurulda mümkün olduğunca çok rengin bulunması uzlaşmayı teşvik edecek, rektörlerin ve diğer yöneticilerin keyfi yetki kullanmalarını önleyecektir.
Yükseköğretim mevzuatının tümüyle gözden geçirilmesi gerektiği tartışma götürmez bir gerçek olmakla birlikte, ülkemizde üniversitelerin yönetim bilimlerinin evrensel kurallarına göre yönetilmemesinin temel sorumlusu mevcut Yükseköğretim Yasası değildir. Bugüne kadar yükseköğretim kurumlarındaki atamalarda ve her türlü işlemde nelerin etkili olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Zihniyet değişmedikçe ya da zihniyeti değişmeye zorlayan bir mevzuat oluşturulmadıkça yükseköğretimde değişen hiçbir şey olmayacaktır. Öncelikle Cumhurbaşkanı, Yükseköğretim Kurulu yetkilileri ve rektörler her türlü atamada liyakati ve her türlü işlemde adaleti ve hakkaniyeti gözeterek örnek olmalı; her türlü yönetim kademesinde ve kurullarda görev alan öğretim üyeleri bağımsız davranma alışkanlığı kazanmaya çalışmalıdır.