Ülkemizde neredeyse her gün basına yansıyan bir şiddet haberi ile sarsılıyoruz. Başta aile içi şiddet, sporda şiddet, öğretmenlere yönelik şiddet ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olmak üzere ne yazık ki kişiler arası her türlü ilişkide şiddetin giderek arttığını görüyoruz.
Herhangi bir şiddet türü ile mücadele ederken, o şiddet türünün kendine özgü yönlerini ele almak yanında toplum içinde her türlü şiddeti arttıran nedenlerin de incelenmesi gerekmektedir. Bu inceleme, toplumumuzda yaygın olarak görülen kutuplaşmanın etkisinden sıyrılarak ve şiddetin nasıl oluştuğu “anlamaya” çalışılarak yapılmalıdır. Bu noktada “anlamaya” çalışmanın karşı tarafı haklı görmek anlamına gelmediği, yapılmaya çalışılanın neyin doğru neyin yanlış olduğunu geçici olarak bir tarafa bırakarak ve duygusal tepkilerden sıyrılarak şiddetin nasıl oluştuğunu görmeye çalışmak olduğunu öncelikle vurgulamakta yarar vardır.
Ülkemizde şiddeti besleyen konulardan biri, yazılı ve yazılı olmayan kuralların duruma ve adamına göre esnetilebilmesidir. Gücü elinde tutana göre kuralların esnetilebilmesi, hak arama yollarının sağlıklı biçimde işlememesi ve hukuki mekanizmaların yavaş çalışması insanlarda kendi adaletini kendilerinin sağlaması gerektiği düşüncesini beslemektedir. Bu açıdan sağlık alanına bakıldığında ise hem vatandaşın hem sağlık çalışanlarının memnun olduğu adil bir sistemin kurulamadığı görülmektedir. Bir yanda sağlık çalışanları arasında Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan bazı mekanizmaların sağlık çalışanlarının aleyhine işlediği düşüncesi yaygın iken, diğer yanda ise hekimlerle ilgili disiplin soruşturma ve kovuşturmalarının tabip odalarında tarafsız biçimde yürütülmediği düşüncesi yaygındır.
Ülkemiz insanında görülen genel eğilimlerden biri de, kolayca “Haksızlığa uğradım.” duygusuna kapılmadır. Başkalarının alabildiği sağlık hizmetini kendisinin alamadığını düşünen bir hasta ya da hasta yakını maruz kaldığını düşündüğü haksızlığı yalnız o günkü olayla ilişkilendirmeyip, hayatı boyunca uğradığı bütün haksızlıkların hesabını sorarcasına abartılı bir tepki göstermektedir. “Haksızlığa uğradım.” duygusuna “kendisine değer verilmediği”, “önemsenmediği” ve “adam yerine konulmadığı” düşünce ve duyguları eklendiğinde tepki daha da şiddetlenmektedir. Üniversiteye giriş sınavına hazırlanan oğluna birçok kişinin bir şekilde aldığı raporu alamayan ve “çileden çıkan” baba, buna güzel bir örnektir. Eğitim sistemindeki çarpıklık nedeni ile yaşanan bir sorunun hesabı hekimden sorulabilmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın alışılagelen hasta-hekim ilişkisini kökten değiştireceği (hatta değiştirmeye başladığı) açık olarak görülmektedir, fakat sağlık kurumlarını bir işletme, hastaları da müşteri gibi gören bu yaklaşımın hekimler arasında pek kabul görmediği izlenmektedir. Halkın ise sağlıkta dönüşümün uzun vadede kendisini gerektiğinde ek ödemelerde bulunacak bir müşteri haline getireceğini görmeyerek, sağlık çalışanlarına onların adeta patronuymuşçasına (“Maaşını benim vergilerimden alıyor.”) yaklaştığı ve kendisine hizmet etmesi gereken bir görevli gibi baktığı görülmektedir.
Geleneksel hasta-hekim ilişkisinin giderek değişmesiyle birlikte, hasta-hekim ilişkisinde hastanın hekimine kayıtsız ve koşulsuz itaat anlayışının da değişmeye başladığı görülmektedir. Bu değişimin iyi mi, yoksa kötü mü olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, hekimlerin bu değişimden memnun olmadığı ve bu değişimi bir güç kaybı gibi algıladıkları görülmektedir. Oysa “kayıtsız ve koşulsuz itaat” ile “saygı görme” ve “mesleki itibar”ın birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Nitekim daha dikkatli biçimde düşünüldüğünde hastaların belli bir saygı çerçevesinde itiraz etme, kabul etmeme ve daha fazlasını istemelerinin en temel haklarından biri olduğu açık olarak görülmektedir. Fakat günlük uygulamalarda bazı hasta ve hasta yakınlarının kuralsız, sınırsız ve ayrıcalıklı hizmet talep ediyor olması, oluşmakta olan dönüşüme karşı hekimler arasında bir direnç gelişmesine neden olmaktadır.
Sağlık çalışanları arasında makul olan ya da olmayan çeşitli gerekçeler ile sinirlenen ya da olay çıkaran her hastaya onda bir kişilik bozukluğu varmışçasına yaklaşıldığı görülmektedir. Fiziksel şiddete başvuran hasta ve hasta yakınında bir kişilik bozukluğu olma olasılığı çok yüksek olmakla birlikte, sinirlenen ve olay çıkaran her hasta ve hasta yakınında kişilik bozukluğu olduğu yanılgısına kapılınması doğru bir yaklaşım değildir. Olağan koşullarda son derece sakin ve makul olan insanların da zaman zaman kontrollerini kaybedebildikleri unutulmamalıdır.
Sağlık alanında yaşanan şiddeti azaltmak için herkese çeşitli görevler düşmektedir. Bu çerçevede “siyasetin ya da otorite olmanın verdiği güç, mevzuata ve yargı kararlarına üstün tutulmamalı” , “tabip odaları hasta ve hasta yakınlarının şikâyetlerini hızla sonuçlandırmalı, ‘çürük elma’lara gereken cezayı vermeli”, “yetkililer hasta ve hasta yakınlarını sağlık çalışanlarına yönelik kışkırtıyor gibi görünen açıklamalarda bulunmamalı” ve “sağlıkta dönüşüm politikasına muhalefet etmek yanında, yeni oluşan çerçevede de neler yapılabileceği araştırılmalı”dır.