Bu başlığı gördüğü anda birçok doktorun tepki göstereceğini tahmin etmek hiç zor değil. Bu bir yanıyla son derece doğal, bir yanıyla da toplumu mutlu etmesi gereken bir tepkidir. Çünkü bu tepkinin özünde sağlığın metalaştırılmasına karşı durma vardır. Sağlık hizmetlerinin herkese ulaşması, paranın sağlığa ulaşmada bir engel olmaması talep edilmektedir. Bu iyi niyetli tepkiye karşı durmak mümkün olmamakla birlikte refleks tepkinin amacına ulaşıp ulaşmadığını iyi değerlendirmek gerekmektedir.
İyi bir markanın “saygınlık”, “tanınırlık”, “bilinirlik” ve “güvenilme” anlamına geldiği dikkate alındığında marka olmanın vaatlerine tüm doktorların sahip olmak isteyeceği herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak adına bir marka gibi sahip çıkması doktorların aslında kendi isteklerini gerçekleştirmeye çalışmasından başka bir şey değildir.
Doktorların hepsinin en üstün mesleki becerilere sahip olmadıkları ve eşit hizmet sunmadıkları gerçeğinden yola çıkıldığında, çeşitli nedenlerle bazı doktorların daha çok tercih edilmeleri doğal bir sonuçtur. Bir hastası olduğu zaman doktorların rastgele bir hastaneye gitmiyor olması da bunun en açık örneğidir. Özellikle önemli bir sağlık sorunu olan bir kişinin güvendiği, hakkında iyi şeyler duyduğu ve bildiği bir doktora gitmek istemesi de en doğal hakkıdır. Bu noktada aranan özelliklere sahip doktor ile hizmeti arayan hastayı buluşturmanın en uygun yolunu bulmak gerekmektedir. En uygun yolun bir boyutu tanıtım, diğer boyutu ise bilgiye ulaşmadır. Daha önceki yıllarda tanınma daha çok hizmetten hoşnut olanların yaşadıklarını tanıdıklarına anlatması ve doktoru tavsiye etmesi ile gerçekleşirken, günümüzde buna basın, web siteleri ve sosyal medyada çıkanlar da eklenmiştir. Günümüzde artık işini iyi yapıp tanınmayı beklemek yeterince işe yaramamaktadır. İşinin uzmanı bir doktor olarak tanınmak isteyen her doktorun, hem hizmet sunarken hem de kendini kitle iletişim araçları ile tanıtırken amacına uygun davranması gerekmektedir. Aslına bakarsanız bu da marka yönetiminden başka bir şey değildir.
Pazarlama iletişimi tekniklerinin kullanımının doğrudan haksız kazanç ile özdeşleştirilmesi de tepkiyi etkileyen etmenlerden biridir. Oysa sunulan iyi bir hizmetin tanıtımı yapılmazsa bu hizmete gereksindiği halde bu hizmetten birçok insanın bırakın yararlanmayı, haberdar olması bile çok zordur. Diğer yandan, haksız kazanç ile haklı kazancı birbirinden ayırmak gerekmektedir. İyi hizmet sunduğunu düşünen her doktor haklı olarak karşılığını almak isteyecektir ki, bunu da haksız kazanç olarak nitelendirmek mümkün değildir. Belki de konu bu noktada, “haklı kazanç” olarak nitelendirdiğimiz talebin kim tarafından (sosyal güvenlik kuruluşu mu, hastanın kendisi mi?) karşılanacağı konusunda düğümlenmektedir. Fakat refleks tepki gösterenlerin bu noktada günümüz dünyasında uygulanabilir çözüm önerileri bulunmamaktadır. Herkese standart ve nitelikli bir sağlık hizmetinin nasıl sağlanacağı, hekim seçme hakkının nasıl uygulanacağı, doktorlara hak ettikleri ücretin nasıl ödeneceği, nitelikli ya da daha yoğun hizmet veren doktorların hakkının yenmemesinin nasıl sağlanacağı konuları büyük bir soru işareti olarak durmaktadır.
Her insanın içinde az ya da çok tanınan, bilinen, hakkında iyi konuşulan, sayılan ve sevilen bir insan olma gereksinimi vardır. Bunların insanın en temel psikolojik gereksinimlerinden biri olduğunu söylemek hiçbir şekilde abartı değildir. Kendisine bakan herkes bunu kolaylıkla görecektir. İnsanın en temel gereksinimlerinden olan bu psikolojik gereksinimler doktorların mesleki yaşamlarına uyarlandığında bir doktorun işinden memnun olması “mesleksel becerilerine güvenilen” ve “sayılan” bir doktor olarak görülmesi ile yakından ilişkilidir. Toplumun doktorluğa yüklediği anlam da dikkate alındığında her doktor daha tıp fakültesine girdiği anda kendiliğinden, doğal olarak ve hiçbir çaba harcamadan insanların kendisine güvenmesi ve saygı duyması gerektiğini düşünmeye başlar. Fakat gerçek ne yazık ki artık beklenenden farklıdır. Günümüzde saygınlık ve güven kendiliğinden gelmemekte, doktorların bu konuda etkin çaba harcamasını gerektirmektedir.
Günlük uygulamalara bakıldığında doktorların çoğu zaman kurumları ile özdeşleştikleri ve bu özdeşleşme nedeniyle kendilerini kurumunun ayrılmaz bir parçası olarak görmeye başladıkları görülmektedir. Bunun sonucunda da kurumda karşılaştıkları her türlü haksızlığın onlardaki psikolojik etkisi daha yıkıcı olmaktadır. Bu tüketici sarmaldan kurtulmanın yolu ise “Gerekirse bırakır giderim.” gücüne sahip olmaktan geçer. Gelecekte doktorların sabit bir kurumda çalışmak yerine değişik zamanlarda farklı kurumlarda çalışmak zorunda kalacağı da dikkate alındığında doktorların adlarını bir marka gibi yönetmesinin gerekliliği daha da iyi görülmektedir. Doktorun adının “saygın”, “ünlü”, “işinin ustası” ve “güvenilir” sıfatlarla anılması ona her ortamda güç katar.