Hastanemizde yeni göreve başlayan asistanlara yönelik uyum programı çerçevesinde hasta-hekim iletişimini ele aldığımız oturumda cerrahi dallardan birine yeni başlayan asistanlardan birisi sözlerime, “Ben hastanın hayatını kurtarıyorum, o bana minnet duymak zorunda.” benzeri bir cümleyle itiraz etmişti. O günden beri cerrah adayı meslektaşımızın bu sözlerinin anlamlarını çözmeye çalışıyorum: “Bir hekim neden böyle bir beklentiye girer?”, “Bu beklenti onun hastalara yönelik tutum ve davranışını etkiler mi?”, “Bu yaklaşımda toplumumuzda var olan hekim tasarımın etkisi var mı?”, “Minnet duymayan hasta ne olacak?”
Olağan ve sağlıklı bir ruhsal gelişim yaşayan kişinin iyilik gördüğü kişiye karşı “sevildiği”, “sayıldığı”, “önemsendiği”, “olduğu gibi kabul gördüğü” ve “adam yerine konulduğu” hisleri içinde “teşekkür”, “sevgi”, “saygı”, “borçlu hissetme” ve “benimseme” içeren karmaşık bir duygu yaşaması beklenir. İfade edildiğinde, bu duygular karşıdaki kişide kendisine ve yaptığı işe “değer verildiği” hissi yaratır. Bu duygular günlük dilde “minnettarlık”, “şükran” gibi sözcüklerle ifade edilmeye çalışılır.
Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde “minnet duymak”; “birinin iyiliğine karşı kendini ona borçlu saymak”, “şükran” ise; “iyilik bilme, gönül borcu, minnettarlık” şeklinde tanımlanmaktadır.
Fakat bazı durumlarda; ruhsal rahatsızlıklarda ve kişilik yapılarında bu süreç beklendiği gibi yaşanmaz. Örneğin; narsistik kişiler zaten hakkı olanı aldığını düşünürler, o nedenle minnet duymak onlara yabancı bir duygudur. İçedönük ya da çekingen insanlar bu duyguları yaşasalar bile ifade edemeyebilirler. Yine karşısındaki kişiyi kendisine hizmet etmeye gelmiş bir görevli gibi gören kişi de kendisine hak olarak verilmiş bir şeyi aldığı hissi içindedir.
Bütün bu çerçevede değerlendirildiğinde, olağan bir hasta-hekim ilişkisinde hastanın “minnettarlık” yaşaması ve ifade etmesi, hekimin de kendisini “iyi/değer görmüş” hissetmesi beklenir. Olağan biçimde yaşandığında bu süreç iki tarafın da memnuniyet duyduğu bir sonuç yaratır. Fakat günlük uygulamalarda hastadan ve/veya hekimden kaynaklanan nedenlerle bütün bu sürecin yaşanmaması seyrek görülen bir durum değildir. Bazı hastalar kişilik yapıları ya da içinde bulundukları ruhsal durum nedeni ile minnettarlık hissetmemekte ya da ifade edememektedir. Örneğin; duygusal alanda genellikle tepkisiz olan şizoid (içedönük) kişilik yapısına sahip kişilerin hekimlerine minnettarlık ifade etmesi pek beklenen bir durum değildir. Böyle bir durumda hekimin, hastasının davranışının kişilik yapısından kaynaklandığını görmesi ve kişiselleştirmemeyi başarması gerekmektedir. Fakat hekim “değer görme” gereksinimi içindeyse, olup biteni kendisine yapılmış bir saygısızlık gibi görecek ve hastasına karşı büyük olasılıkla tepkisel olacak, belki de hastanın tedavisini üstelenmeyi reddedecektir. Böyle bir durumda çözüm kuşkusuz, hekimin kendi gereksiniminin farkına vararak onun etkisinden kurtulmaya çalışmasıdır.
Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi hekimin psikolojik gereksinimleri, onun hastasından minnettarlık beklentisini etkileyebilmektedir. Bu gereksinim ne kadar şiddetliyse hastasına yönelik tepkisi o derece şiddetlenmektedir.
Ülkemizde son yıllarda hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarını kendisine hizmet etme ile görevli insanlar gibi görmesi giderek yaygınlaşmaktadır. Bu yaklaşım içinde olan hasta ve hasta yakınının bırakın minnettarlık duyması, teşekkür etmesi bile beklenmez. Hasta-hekim ilişkisi bir yana, bir tarafın bu tarz bir yaklaşımı içinde ilişkinin yürümesi mümkün değildir. Bu nedenle tüm yetkililer hasta ve hasta yakınlarının bu yaklaşımlarını pekiştirmekten kaçınmalıdır.
Öze bakılacak olursa aslolan, karşılıklı ve belli bir saygı çerçevesinde sağlık hizmetinin yürütülmesi ve hizmetin alınmasıdır. Bu çerçevede kimsenin birbirine minnet duyma zorunluluğu ve dayatma hakkı yoktur. Ancak, ilişkinin doğası gereği hasta-hekim ilişkisinde hastanın minnet duyması beklenir. Öte yandan yaşanmaması “anormal”, “olmaması gereken”, “olumsuz”, “kötü” ya da “değişmesi” gereken bir durum da değildir. Hekimin de hastasından en azından bir “teşekkür” duymayı beklemesi -açık ya da gizli tepki göstermesine yol açacak nitelikler taşımayan- hakkıdır.