İletişimin tıbbi uygulamaların en temel araçlarından biri olmasına ve sürekli geliştirilebilir nitelikler taşımasına karşın, düzenlenen mezuniyet sonrası eğitim programlarında doktorların sağlık hizmetlerinde iletişim ile ilgili konularda eğitim almaya pek istekli olmadıkları görülmektedir.
Oysa iletişim ile ilgili konularda alınan eğitimler doktorların günlük uygulamalarını doğrudan olumlu yönde etkileyebilmektedir. Eğitimler, zor hastalarla ve hasta-doktor ilişkisinde canlanan rahatsız edici duygu ve düşüncelerle baş etme gibi birçok konuda doktorlara somut ve pratik yararlar sağlayabilmektedir. Nitekim yapılan çalışmalarda iletişim becerilerini etkili biçimde kullanabilen sağlık çalışanlarının iş doyumu düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmektedir. Yalnız doktorları değil hasta, hasta yakını, hastane ve sosyal güvenlik kuruluşu gibi sağlık hizmetlerindeki tüm paydaşları olumlu yönde etkileyecek olması nedeni ile doktorlarda iletişim ile ilgili eğitimlere direncin neden ve nasıl oluştuğunu incelemek gerekmektedir. Ancak bu konuda ülkemizde yapılmış bir araştırma olmaması nedeni ile kişisel deneyimlerden, mesleki uygulamalardan ve meslektaşlarla sosyal ilişkilerden elde edilen bilgilerden yola çıkılarak bir şeyler söylemek mümkün gibi görünmektedir.
İlk yanıt aranması gereken konulardan biri, doktorların iletişim konusunda artık uzman olduklarını ve alanla ilgili yeni bilgi edinmeye gereksinim duymadıklarını iddia edip etmedikleridir. Deneyimler, doktorların büyük çoğunluğunun böyle bir iddiasının olmadığını göstermektedir. Bu değerlendirme, yorumlanması çok zor bir durum ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürmektedir. Fakat bu çetrefilli sorunun en akla yatkın açıklaması, doktorların geleneksel paternalistik hasta-doktor ilişkisini bırakmak istemedikleridir. Paternalistik hasta-hekim ilişkisi daha çok tek yönlü bir ilişki biçimi iken, “iletişim” ile birlikte gelen kavramlar karşı tarafı da dikkate almayı ve karşı tarafa söz hakkı vermeyi gerektiren iki yönlü bir ilişkiyi çağrıştırmaktadır. Muhtemelen, bu noktada her türlü değişimin en temel engeli ortaya çıkmakta ve doktorlar oluşacağını düşündükleri yeni hasta-doktor ilişki modelinden ürkmektedirler. Muhtemelen de yeni model ile hasta-doktor iletişiminde gücün tümüyle hastaya ya da “otorite”ye geçeceği varsayılmaktadır. Ülkemizde sağlık sisteminde son yıllarda ortaya çıkan değişimler ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artması da doktorların bu korkusunu artırmaktadır.
Kuşkusuz doktorların iletişime yönelik eğitimlere isteksiz olmalarını tek bir etmenle açıklamak mümkün değildir. Ancak, söylenebilecek her etmenin birbiriyle ilişkili ve iç içe olacağı da unutulmamalıdır. Nitekim bazı doktorların “hasta doktorun beklediği gibi davranırsa zaten iletişim sorunu yaşanmaz” görüşü, paternalistik hasta-doktor ilişkisinin sürmesi anlamına gelmektedir.
Diğer yandan bu eğitimlerin gündeme getirilmesi, bazı doktorlarda “hasta-doktor arasında yaşanan sorunlara ve doktorlara yönelik şiddete kusurlu ya da sorunlu taraf doktorlarmış gibi yaklaşıldığı” izlenimi yaratmaktadır. Bu da toplumumuzda çok yaygın olan “haksızlığa uğradığını düşünme” eğiliminin doktorlarda da kolayca canlanabildiğini göstermektedir. Ayrıca, eğitimin hiçbir yararının olmayacağını düşünen, iletişim eğitimi almayı kendine yakıştıramayan ya da gereksinimi olmadığını düşünen doktorlar da bulunmaktadır. Bu noktada ülkemizde yapılan eğitimlerin niteliklerini de sorgulamak gerekmektedir. “Laf olsun torba dolsun” ya da “mecburiyet” gerekçeleri ile yapılan ve alanda uzman olmayan kişiler tarafından verilen eğitimler, her kesimde olduğu gibi doktorlar arasında da eğitime katılma istekliliğini olumsuz etkilemektedir.
En sık rastlanan itirazlardan biri de etkili iletişimin bu sağlık sisteminde yürütülmesinin mümkün olmadığı konusudur. Hastaya daha çok zaman ayırabilmek nitelikli iletişim kurmayı kolaylaştıran bir etmen olmakla birlikte, etkili iletişim kurabilmeyi zaman ile sınırlamak doğru bir yaklaşım değildir. İşin aslı, hastadan en kısa sürede en ayrıntılı ve nitelikli bilgi almanın yolunun da etkili iletişim ile mümkün olduğudur.
Yukarıda sözü edilen görüşler dikkate alındığında, doktorları etkileyen en önemli etmenlerin statü ve güç kaybı ile ilgili olduğu görülmektedir. Oysa doktorların paternalistik ilişkide hasta tarafından atfedilen tanrısal gücün verdiği güçten kurtularak bilgiye, bilgiyi profesyonelce kullanmaya, sınırlılıkları iki tarafın da kabullendiği ve verilen hizmetin yarattığı duygulara dayalı güce dönüşmesi için çaba harcaması daha nitelikli bir hasta-doktor ilişkisinin oluşmasını sağlayacaktır. Nitekim paternalistik hasta-doktor ilişkisinin yarattığı doktorlara hastalar tarafından atfedilen tanrısal güç, hasta ve hasta yakınlarının beklentilerini artırmakta, bazen de gerçek dışı beklentilerin oluşmasına neden olmaktadır.