Sağlık çalışanları çoğu zaman söylediklerinin hasta tarafından tam söyledikleri gibi anlaşılacağını düşünür ve hastayla ilişkilerini bu çerçevede çizerler. Fakat gerçek çoğu zaman böyle değildir ve zaman zaman çok vahim yanlış anlamalarla karşılaşılır. Günlük yaşama bakıldığında da bu durumun yalnız klinik uygulamalara özgü olmadığı ve günlük yaşamdaki iletişimin bir yansıması olduğu görülür. Birçok insan söylediklerinin söylemeyi amaçladığı şekilde anlaşılmayabileceğini düşünemez bile. Hatta söylemek istediğinden farklı anlaşıldığında büyük bir şaşkınlık yaşar ve karşı tarafı doğru anlamamakla suçlar. Oysa iletişimin başarılı olup olmadığını değerlendirirken “gönderici”nin ne söylediği değil, “alıcı”nın ne anladığı dikkate alınır.
Gönderici ile alıcı arasındaki farklılık günlük yaşamda çoğu zaman önemli bir sorun yaratmaz, fakat konu sağlık hizmetleri olduğunda çok ciddi sorunlarla karşılaşılabilir. Bazen doktorun ya da hemşirenin “Ben söylemiştim.” demesinin hiçbir anlamı olmaz; etik, hukuki ve vicdani çok yönlü bir sorunla karşı karşıya kalınır. Bu nedenle sağlık çalışanlarının hastanın söylenenleri doğru anlayıp anlamadığını önemsemesi ve sınaması gerekmektedir. Hatta hasta o an söylenenleri anlamayacak bir ruhsal durum içindeyse, mümkünse sağlık çalışanı söylemek istediklerini söylemeyi ertelemelidir.
Bu durumu kurmaca bir olguyla ele almaya çalışalım ve safra kesesi ameliyatı olması gereken hastasına doktorun “Ameliyat olmanız gerekiyor.” dediğini düşünelim.
Hastanın kendisine söylenenleri doğru anlamasını etkileyebilecek birçok etmen vardır ve bunların en başında doktorun nasıl söylediği, nerede söylediği gelir. Kurmaca olgumuzda, doktorun poliklinik koridorlarında hastayla karşılaştığında hastaya ayaküstü ameliyat olması gerektiğini ve sekreterden randevu almasını söylediğini düşünelim. Böyle bir durumda hastanın kafasında bir sürü soru işareti kalır. Hele kafasında “yıllar önce bir yakınının safra kesesi ameliyatından öldüğü” gibi bir bilgi varsa, kafasındaki soru işaretleri ciddi bir anksiyeteye dönüşebilir. Doktor tüm iletişimini yapılacak girişimin çok sıradan ve basit bir uygulama olarak düşünmesine göre kurgular, fakat durum hasta için böyle değildir. Hasta durumu kafasındaki eksik/yanlış bilgilere, geçmiş deneyimlerine, duyduklarına, önyargılarına, kişilik yapısına ve güncel ruhsal durumuna göre değerlendirir.
Her kişilerarası iletişimde olduğu gibi, doktor ile hasta arasındaki bu iletişim hastada bazı ruhsal dinamiklerin canlanmasına neden olur. Doktorun kendisine ameliyat olması gerektiğini ayaküstü söylemiş olması, hastada doktorun kendisine hak ettiği değeri vermediği ve kendisini adam yerine koymadığı duygusu yaratabilir. Hasta hastanede haksızlığa uğradığı duygusunu artıran yeni olaylarla (örneğin; randevu alırken) karşılaşırsa öfkesi daha da birikir. Olup bitenler doğal olarak hastanın geçmişte yaşadığı benzer olayların bellek izlerini canlandırır ve öfkesine hastanın geçmişte karşı karşıya kaldığı haksızlıkların acısı da eklenir. Hasta bunların etkisiyle davranmaya başlarsa maladaptif tepkiler ortaya çıkar. Hasta tanı tedavi süreçlerini yarım bırakır ya da sağlık çalışanları ile çatışmaya girer.
Kurguyu burada keser ve başlıktaki soruya dönersek, hastanın ne anladığının doktorun ne söylediğinden çok daha fazla önemli olduğunu görürüz. “Bütün bunlar doktoru ilgilendirmez. Sırada bekleyen bu kadar hasta varken doktor bir de bunlarla mı uğraşacak!” diyenler çıkabilir. Fakat yalnız hastalığa odaklandığında doktorun hastayı her zaman iyileştiremediği, tanı ve tedavi süreçlerini etkileyen her türlü etmeni dikkate alması gerektiği unutulmamalıdır. Hasta gerektiği biçimde anlamadıysa doktorun yalnız söyledikleri değil, bütün çabaları boşa çıkabilir.
Sağlık çalışanları söylediklerinin ve yaklaşımlarının hastalarını nasıl etkilediğini gözlemleyerek değerlendirmeli, işe yarayanları kullanmaya devam ederken işe yaramayanların yerine ne koyabileceğini araştırmalıdır.