Akademikakil.com delaletiyle bu ayın konusunda Ahilik haftası dolayısıyla Ahilik ve İktisat konusunda görüşlerimi değerli okurlarımla paylaşmak istedim. Yakın zamanda vefat eden değerli mütefekkirler Dr. Mehmet Doğan ve Prof. Dr. Nazif Gürdoğan hocamı rahmet ve minnetle anıyorum.
Malcolm X der ki ”Sokakları süpürüyorsanız öyle güzel süpürün ki, Shakespeare şiiri, Beethoven bestesi gibi olsun. Bunu yapan işini iyi yapmış desinler.” Ahi Evran-ı Veli der ki, “Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir, ilim, akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir.”
“Firmalar günümüzün misyonerleridir. Toplam kalitenin, ombudsmanlığın, sosyal yardımlaşmanın, maddi ve manevi kalkınmanın en güzel örneklerinden Ahilik kurumundan bahsetmek isterim. Ahilik toprağı vatan yapan süreçtir.
Abbasi halifesi Nâsır-Lidînillâh zamanında fütüvvet düşüncesi Anadolu’ya geldi. Gümümüzdeki İtalya devletinde o zaman küçük devletler vardı. Fransa’da lonca diye geçer. Osmanlı’da usta kefilsiz esnaf üretim yapamazdı. 1763’te 497 esnaf İstanbul dışına gönderildi. Nizamnameyi ihlal edenler ve kalitesiz mal üretenler cezalandırılırdı. O dönemin sınırlarında Bizans, Karesi, Saruhan, Aydın, Menteşe, Hamid, Teke, Karaman, Ahiler, İsfendiyar, Canik, Ramazanoğulları, Eretna, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Memlükler yer alıyordu. İmparatorluk kurmak ise Osmanlı Beyliği’ne nasip oldu. Selçuklular 1050-1300 yılları arasında hüküm sürdü ve Ahilik teşkilatı Osmanlı döneminde de devam etti.
Selçuklular ve Memlükler döneminde önemli eserler inşa edilmiştir. Danişmentliler ise Amasya merkezli olarak, Kayseri’deki Ulu Cami, Sivas’taki Çifte Minareli Medrese, Tokat’taki Yağıbasan Medresesi (1154-1157), Sulu Han ve Taşhan gibi eserler bırakmışlardır. Amasya’da Halifet Gazi Kümbeti de bu döneme aittir. Anadolu’da Selçuklular döneminde 26, Osmanlılar döneminde 36, Danişmentliler zamanında 8, İlhanlılar döneminde 3 ve Eretna Beyliği zamanında 7 yönetici geldi. Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1305) toplamda 26 yöneticiye sahip olmuştur ve 1305-1077 = 238 yıl süren bu dönemde her yönetici ortalama 9 yıl görev yapmıştır.
Yunus Emre (1240-1320), Hacı Bektaş-ı Veli (1209-1270), Nasrettin Hoca (1208-1284) ve Timur (1336-1405) gibi önemli tarihi şahsiyetler bu dönemde yaşamıştır. Ahmet Yesevi’nin (1093-1166, Kazakistan) Yunus Emre ile arasında yaklaşık 80 yıl, Hacı Bektaş-ı Veli ile ise yaklaşık 100 yıl fark bulunmaktadır.
Bu Dönemde Tarikatler
Bu dönemde tarikatlar önemli bir yer tutmaktaydı. Seyyid Ebu Vefa tarafından kurulan Vefaiyye tarikatı Irak’ta yaygındı ve bu tarikat, Kalenderilik, Vefailik, Bektaşilik ve Abdalan-ı Rum gibi birçok farklı mistik hareketi etkiledi. Mevlevilik ise Konya’da kurulmuş ve Mevlana’nın üç oğlu (Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi) ve bir kızı (Melike Hatun) aracılığıyla sürdürülmüştür. Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi de önemli bir figürdür. Hacı Bektaş-ı Veli ise Bektaşiliği kurmuştur.
Diğer önemli tarikatlar arasında:
- 13. yüzyılda Necmeddin Kübra tarafından kurulan Kübreviyye,
- 12. yüzyılda Abdülkadir Geylani tarafından kurulan Kadiriyye,
- 12-13. yüzyılda Ahmet el-Rıfai tarafından kurulan Rıfaiyye,
- 14. yüzyılda Bahaddin Nakşibend tarafından kurulan Nakşibendilik,
- 14-15. yüzyılda yılında Fazlullah Hurufi tarafından kurulan Hurufilik,
- 14. yüzyılda Şeyh Ahi Mehmet tarafından kurulan Halvetilik ve
- 15. yüzyılda Hacı Bayram Veli tarafından kurulan Bayramilik, Anadolu’daki ilk Türk tarikatı olarak kabul edilir ve merkezi Ankara’dadır.
Semerkandi, Karaman’da etkili olurken, 1475 yıllarında Melamiyye tarikatı Göynük’te faaliyete geçmiştir. 1205-1206 yıllarında Kalenderi halifesi Ebubekir Niksari, Şam’dan Konya’ya gelmiştir. 1485 tarihli Tahrir Defterleri’ne göre Kırşehir kazasında Haydarihane köyünde 19 hane bulunmaktaydı. 1500 yılına ait Kayseri Tahrir Defterleri ise Cavlakiyye tarikatının izlerini taşır.
Bu dönemde nüfusun %90’ı kırsalda yaşıyordu. Ahilik ekonomik bir sistemdi ve o dönemin ekonomik temelleri provizyonizm, gelenekçilik (traditionalism) ve fiskalizme dayanıyordu. Ekonomik kurumlar arasında narh, mir-i mubaya, sadaka, imaret, vakıf, murabaha ve muşaraka yer alıyordu. Ahilik sosyal ve kültürel yönüyle ön plana çıkarken, loncalar esnaf yapısı ile öne çıkmaktaydı. Sistemin aktörleri kethüda (başkan) ve yiğitbaşı (yardımcı) iken, orta sandığı yardımlaşma amacıyla oluşturulmuş bir fondu. Ombudsman uygulamaları ise kısmen bu sistemin kurumsal bir niteliğiydi. Topraklar ise miri, vakıf ve mülk olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktaydı.
Ahilik, orijinal bir müessese olup, bir dernek veya vakıf değil, Peygamber zamanında başlayan bir hareketti. Mekke’de alacağını alamayan bir yabancının şikâyeti üzerine gençler harekete geçmiş, borcu karşı taraftan tahsil edip hak sahibine vermişlerdi. Abdurrahman bin Cüdan, evinde toplandıkları bu hareketin öncülerindendi ve Hilf al-Fudul Cemiyeti kuruldu. Ebu Süfyan’ın babası da bu cemiyete dâhildi, ancak o dönemde Müslüman değildi.
Abbasi halifelerinden Nasır Lidinillah, Ahilik benzeri bir yapıyı kurmak için Selçuklulardan yardım istedi. Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev; Kirmani, Muhyiddin İbn Arabi, Şehabettin Sühreverdi, Ahi Evran ve Necmeddin İshak’ı Anadolu’ya dağıttı. Ahilik, bu projenin hayata geçirilmiş haliydi. Ahilik, bir tarikat değildir; tarikatlar daha farklı bir yapıya sahipti.
Esnaflık, Romalılardan beri var olan bir olgudur ve o dönemde “kollegyum” olarak bilinen mesleki örgütlenmeler bulunmaktaydı. Bu yapı, günümüzdeki “college” kelimesinin kökenini oluşturur. Meslek örgütlenmeleri olan akademiler ve üniversiteler, hala “dear colleague” diye hitapla başlar. “Kolej” kelimesi de bu temelden türemiştir. Bizans’ta da bu örgütlenme devam etti. Osmanlı’da loncalar, dokumacı esnafı gibi meslek kollarını organize ederken, loncalar gayrimüslimlerin, Ahilik ise Müslümanların teşkilatı gibiydi. Fatih Sultan Mehmet döneminde bu iki yapı birleşti. Loncalar, Roma’dan kalma bir esnaf dayanışması geleneğiydi. Fatih, bu tür rakip yapıları istemezdi ve bu yüzden farklı din mensuplarını bir kümede topladı. Osmanlı’nın nüfusunun yarısı gayrimüslimlerden oluşuyordu: Ortodoks, Yahudi, Gregoryen, Ermeni ve Katolik gruplar bir arada yaşıyordu. Ahilik, 16. yüzyıla kadar etkin kaldı, ancak 13. ve 14. yüzyıldaki canlı yapısını kaybederek vakıfların artışına yerini bıraktı. Ahilikte çırak, usta, kalfa, şeyh ve pir olmak belirli uygulamalardan geçmeyi gerektirirdi. Kethüda ve yiğitbaşı ise disiplin işlerinden sorumluydu. İkinci sınav ise dini ve ahlaki boyutlardaydı. Esnaf, topluma rol model olmalıydı ve Fütüvvetname, Ahiliğin el kitabı olarak kullanılırdı.
Peygamberlerin hayatında hep bir hicret vardır. İslam medeniyeti, ilk peygamberle başlayıp son peygamberle tamamlandı. Bir insan bireysel ekonomi üretirken, iki insan bir araya geldiğinde üretim ve yönetim başlar. Adam Smith’in ekonomik teorisinde, kaynakların sınırlı ve ihtiyaçların sınırsız olduğu görüşü hakimdir. Sınırsız ihtiyaçlar, dizginlenemeyen bir süreçtir ve bunun sonu yoktur. Bu noktada dinler devreye girer. Kapitalizm, Adam Smith’in, sosyalizm ise Karl Marx’ın yaklaşımlarıyla tanımlanırken, İslam ekonomisi de fıkıh kitaplarında tartışılmış ve “veren el” teorisi gibi kavramlarla ifade edilmiştir. “İki günü farklı olmak” prensibi de İslam ekonomisinin temel paradigmalarındandır.
Ezan okunan yer vatandır. Semerkant’tan Saraybosna’ya, Kahire’den Kırım’a kadar geniş bir coğrafyada, İslam’ın şehir yapısı, “Suffe, Çarşı, Cami” üçgeni etrafında gelişti. Bu şehir medeniyetinde liyakat ve dürüstlük esastı. Vakıf müesseseleri, sosyal ve ekonomik adaletin teminatı olarak büyük bir rol oynadı. Medine pazarı, asimetrik bilgi ekonomisine karşı duran bir yapıydı; burada tekelleşme ve faiz yasaktı, serbest rekabet esas alındı.
Pazarlar üç ana kategoriye ayrılıyordu: tüketici pazarı, endüstri pazarı ve uluslararası pazar. Müslüman tüccarlar, ticaret yolları üzerinden İslamiyet’i yaydı. Bu yayılma aynı zamanda medeniyetin ve ahlakın da yayılması anlamına geliyordu. Şekspir’in “Venedik Taciri” eseri, ticaret ve tefecilikle ilgili eleştirileri işlerken, tefeciliğin sinagog ve kiliselerden başladığını vurgular. Peygamberimizin uyguladığı “mudarebe” ortaklık modeli, Mekke’nin sermayesi ile Medine’nin emeğini birleştirerek ticaretin önünü açtı. Abdurrahman bin Avf, bu ortaklık modeliyle başarılı bir tüccar oldu ve cennetle müjdelenen sahabelerden biri oldu.
Osmanlı ekonomisinde mir-i mubaya gibi uygulamalar, üretici ve esnaf arasında adil ticareti teşvik ederken, kapitalist bireysel mülkiyet ve komünist toplum mülkiyetine karşılık, İslam’da mülkiyet hakkı üç katmanda ele alınıyordu: bireyin hakkı, toplumun hakkı ve Allah’ın hakkı (S. Karakoç). İslam ekonomisi, bireysel mülkiyetin yanında toplumsal faydayı ve Allah’ın emirlerini dikkate alarak bir denge kuruyordu. İslam’ın ekonomik yapısı, sağlık, yatırım, iletişim gibi önemli bileşenleri de kapsayan daha geniş bir perspektife dayanıyordu.
Osmanlı devlet gelirlerinin %50’si öşür vergisi gibi toplumsal yapıya uygun vergilerden oluşuyordu. Ayrıca tımar sistemi, cizye, avarız ve gümrük gelirleri de önemliydi. Müslümanlardan %3, gayrimüslimlerden %4, yabancılardan ise %5 oranında gümrük vergisi alınıyordu. Osman Turan’a göre, Osmanlı’nın yıllık vergi geliri 27 milyon dinar iken, aynı dönemde Fransa’da bu oran 3 milyon, İngiltere’de ise 4 milyon dinardı. Angus Maddison (OECD tarafından yayınlanan eserinde), bu ekonomik verileri doğrulayan çalışmalarıyla Osmanlı’nın güçlü ekonomik yapısını belgeledi. 1695’te Osmanlı’da iltizam sisteminden malikâne sistemine geçiş yaşandı. Bu, mültezimlerin belirli bir bölgenin gelirlerini toplama hakkını devralması anlamına geliyordu, bu hak uzun süreli malikâne sahipliği ile genişletildi.
Ortaçağ Avrupa’sında tüccar, lonca ve zanaatkârlar önemli bir yer tutuyordu. Lonca kelimesi, Saksonca “Gilden” sözcüğünden türemiş olup, “verim sağlamak” anlamına gelmektedir. 11. ve 12. yüzyıllarda İngiltere’de 100, Floransa’da 21 lonca bulunuyordu. Kumaş loncaları, 30.000 işçiyi kontrol ediyordu. Fransa’da ise 120 lonca vardı. 1274 yılında Ghent’te grev yapan işçilere karşı işverenler önlem aldı. O dönemde Batı’da 21 üniversite bulunuyordu. Kadınların loncalara girmesi oldukça zordu. 1260 yılında su tüccarları da mevcuttu ve bu loncada jüri üyelerinden 4’ü şehir yargıcı olarak atanmıştı. 13. yüzyılda 13 örgüt bir araya gelerek Hansa Birliği’ni kurdu. Osmanlı’nın Hansa Birliği ile ticari anlaşmaları vardı; o dönemde Almanya henüz kurulmamıştı. 200 tüccar şehri bir araya gelerek Hansa Birliği’ni oluşturdu. Venedik, Pisa, Milano, Floransa, Flanders ve Ypres, 1320’de Bajdi ve Brugazzi aileleri gibi büyük bankerlerle tanınıyordu. “Wirharnem” ise, kralların tüccarlardan zorla para talep etmelerine karşı bir boykot anlamında kullanılan bir hukuk terimiydi. Loncalar, İngiltere’de 1530’da, Fransa’da ise 1791’de kaldırıldı.
Gedik, rehin edilebilmekte, teminat olarak gösterilebilmekte ve miras bırakılabilmektedir. Gedik, esnaf ve sanatkârların belirli yerlerde, belirli sayıda dükkân açma hakkına sahip olması anlamına gelir. 1853 yılında inhisar (tekel) usulünün kaldırılmasıyla, gedik imtiyaz ve ruhsat anlamını yitirmiştir. 1861’de gedik bazı sınırlamalara tabi tutulmuş, 1913’te ise Gediklerin İlgasına İlişkin Kanun-u Muvakkat ile tasfiye sürecine girmiştir.
Osmanlı’da derici esnafına satılacak mallar kontrol edilirdi. Kethüda, devlete karşı esnafın temsilcisi olarak görev yapardı. Kadı, yargıç olarak bu tür işlerle ilgili kararlar verebilirdi. Kadı, yiğitbaşına yazı yazarak belirli kararları bildirirdi. Örneğin, “Paslı çiviyle küheylan mıhlayan nalbur dükkânının kapatılmasına” dair fetvalar bulunmaktaydı. Avarız sandığı ise yardımlaşma sandığı olarak biliniyordu ve kadının bu sandık üzerinde kontrol yetkisi vardı. Ayrıca işçiler için ücret tespitleri yapılırdı.
“Gedik” kelimesinin anlamı; eksik veya sakat demektir. Ayrıca, askeri terminolojide de “gedik” kullanımı vardı ve bu rütbeler “gedikli defterine” kaydedilirdi. Hukuken, sınırlı ayni haklar kategorisinde yer alır. “İnhisar”, imtiyaz anlamında kullanılır; yani bir kişi ya da kuruluşun belirli bir iş veya ticareti tekel olarak yürütmesi ve başkalarının aynı işi yapmasının veya aynı ürünü satmasının engellenmesi demektir. Bu hak, hükümet tarafından verilen iznin fiilen kullanılmasını ifade eder. Üsküdar’da börekçi gediği ile ilgili mahkeme kayıtları mevcuttur.
Hansa Birliği, 1356-1862 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile bir anlaşma yapmıştı. 1833’te Prusya, Zollverein’i (Gümrük Birliği) kurdu. Bu birlik, Alman prenslikleri arasındaki ticaret anlaşmalarını düzenledi. Rusya ise iç gümrükleri 1818’de kaldırdı. 1828’de Bavyera ve Württemberg, Gümrük Birliği’ni oluşturdu. Kefe ve Kırım’da Cenevizliler, Venedikliler, Mısır ve Rusya gemileri ticaret yapıyordu.
Ankara Ahileri
Ankara Ahileri ile ilgili 1700’lerde yapılan bir tablo, şu anda Hollanda’da bir müzede sergilenmektedir. Tabloda, Ankara tiftiğinden üretilen “soft” kumaş işlenmiştir. Bu kumaş, kadınların kapalı olduğu ve tezgâhlarda dokuma işleminin yapıldığı bir ortamı tasvir etmektedir. Kumaşın dikkat çekici özelliği, paratoner görevi görmesidir, bu sayede yağmurlu ve ıslak havalarda özellikle İngiltere’nin nemli ikliminde kullanılmıştır. Sanayi devriminden önce üretilen bu kumaş, Rijksmuseum’da sergilenmektedir.
Ankara’ya gelen Ahiler, Moğol zulmünden kaçıp Konya’dan gelen zanaatkârlardı. Usta-çırak ilişkisiyle gelişen bu üretim metodunda, sadece usta çırağa bilgi aktarırdı. Soft kumaş üretimi, patent, telif ve marka koruma sistemleriyle desteklenmekteydi. 13. yüzyılda Ahi Evran döneminde gelişen bu sistemde kalfa, çırak, pir ve şeyh gibi hiyerarşik yapılar mevcuttu. Alâeddin Keykubat’ın zehirlenmesinden sonra Moğolların saldırılarıyla Ahiler, Konya’dan Ankara’ya göç etti ve burada Ahi Devleti’ni kurdular. Ahi Devleti, Osmanlı’ya savaş yapmadan katılan ilk ve tek beylik olma özelliğini taşımaktadır. Ankara’yı 11 yıl boyunca Ahiler yönetmiş ve Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki savaşın ardından bu hâkimiyet sona ermiştir.
Aşık Paşa’ya göre, Gaziyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum gibi topluluklar bu dönemde önemli rol oynamıştır. Ahi Şerafettin, Ahi Mesut, Ahi Şerafettin’in oğlu Ahi Hüsamettin ve onun oğlu Ahi Hasan, Ahilik teşkilatının önemli isimleridir. Ankara’da yer alan Ahi Şerafettin Camii, 13. yüzyıldan kalma bir yapıdır ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Cami, Ankara Kalesi yakınlarındaki Aslanhane Camii’ne de yakındır. 1330-1331 yıllarında Ahi Hüsamettin, 1350-1351 yıllarında ise Ahi Şerafettin’in oğlu Ahi Mehmet, Ahilik teşkilatında önemli roller üstlenmiştir. Ayrıca, Ahi Şerafettin’in kızı Ahi Devlet Hatun da bu teşkilatın bir parçası olmuştur.
Ahi Camii, 1293 yılında inşa edilmiştir. Ahi Hasan ve ailesi Hoy şehrinden gelerek fütüvvet öğrenmiş ve Ahilik teşkilatını II. Kılıç Arslan döneminde Anadolu’ya yaymışlardır. I. İzzettin Keykavus ve I. Alâeddin Keykubat dönemlerinde fütüvvet teşkilatına büyük önem verilmiştir. 1192 yılında Ahi Şerafettin’in dedeleri Ankara’ya çağrılmış ve Ahilik teşkilatında önemli yer edinmişlerdir. Ahi Hüsamettin, 1294 yılında 72 yaşında vefat etmiştir.
Ahiliğe girebilmek için ilim, hikmet ve bir meslek sahibi olmak şarttır. Bu, Ahiliğin en çok önem verdiği konulardan biridir. Ahi Evran, Yesevi dergâhına giderken, “Mesleği olmadan dergâha girmek olmaz” denilmiştir ve bu nedenle debbağlık mesleğini seçmiştir.
Mesleki Eğitim ve Ahilik
OECD ülkelerindeki mesleki eğitimin yaygınlığı, özellikle 15-19 yaş grubunda büyük farklılıklar gösteriyor. Avusturya, Çekya, Finlandiya, Hollanda, Slovakya ve Slovenya gibi ülkelerde bu oranlar %70’lere çıkarken, Türkiye’de mesleki eğitimdeki oran OECD ortalamasının üzerinde. İş tabanlı eğitim açısından Danimarka, İrlanda ve Slovakya %100 oranlarına ulaşırken, Norveç ve Avusturya %90’larla önde geliyor. Buna karşılık, İngiltere %40, Fransa %25, Polonya ve Lüksemburg %15 oranlarında seyrediyor. Mesleki eğitime yönelim, bu ülkelerde ilk tercihlerden biri olarak kabul ediliyor.
2011 yılı verilerine göre, mesleki eğitimde kayıtlı öğrenci oranları Çekya, Belçika ve Slovenya’da %72, Avusturya, Fransa, Hollanda ve Polonya’da %60, Almanya ve Danimarka’da ise %40 olarak görülüyor. Türkiye’nin bu alandaki oranı da %40 civarında.
Örneğin, Estonyalı dört mühendis tarafından kurulan Skype, yaklaşık 3 milyar dolara satıldı ve büyük bir sermaye girişi sağlandı. Google’ın ana şirketi Alphabet’in piyasa değeri 2 trilyon doları aşarken, NVİDA 1.71 trilyon dolarlık piyasa değeriyle büyük bir oyuncu haline geldi. Apple, Microsoft, Amazon ve Facebook gibi dev teknoloji şirketlerinin piyasa değerleri de trilyon dolar seviyelerinde.
Ahilik geleneği, modern eğitim yöntemlerine de ilham kaynağı olabilir. Kümeleme eğitim metodu, geçmişte ahilikte kullanılan bir eğitim sistemiydi ve bu yöntem, günümüz “flipped reading” metodu ile karşılaştırılabilir. Ahilik, sadece mesleki bir oluşum değil, aynı zamanda yüksek ahlaki değerleri ve sosyal sorumlulukları ön planda tutan bir yaşam biçimiydi.
Ahilik ve Fütüvvetnameler de tarih boyunca önemli bir yer tutmuş. Özellikle Bosna-Hersek Travnik arşivlerinde saklanan Burgazi Fütüvvetnamesi, 13. yüzyılda yazılmış. Bu metinler, ahiliğin değerleri ve kriterlerini detaylandırır. Ahi Evran’ın 33 mesleğin piri olduğu kabul edilirken, ahiliğe girebilmek için 720 farklı kriterden bahsedilmektedir. Fütüvvetnameler, ahilikte ahlaki ve dini sorumlulukların ön planda olduğunu gösterir. Bu bağlamda, ahilik “namazı kazaya bırakmamak” gibi önemli dini vecibeleri de içerir.
İpek Yolu ve Baharat Yolu, tarih boyunca medeniyetlerin ticaret, kültürel etkileşim ve ekonomik kalkınma yolları olarak çok önemli roller oynamıştır. Bu ticaret yolları, sadece mal alışverişini değil, aynı zamanda kültürel, bilimsel ve teknolojik bilgilerin de aktarılmasını sağlamıştır. Bugün tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin yanı sıra sosyal kapital, kültürel kapital ve insani kapital gibi kavramlar da önem kazandı. Ahiliği “keşfi kadimi vaz-ı cedid şeklinde“ söylemeye başlıyoruz. Eskiye takılıp kalmadan kadim değerleri günümüzle birleştirmeyi genç nesle aktarma gayreti içinde olmalıyız.
Günümüz değişme metaforu: Değişme mukadder bir olaydır. Günümüzdeki sosyal ekonomik siyasal değişmeye ayak uydurabilmenin yollarından biri de mesleki eğitim, iş ahlakı ve kültürel değerleri bir arada yürütebilmektir. Ahilik, sadece esnaf ve zanaatkârlar için bir mesleki eğitim sistemi değil, aynı zamanda toplam kalite yönetimi, patent ve telif hakkı gibi modern kavramlarla da ilişkilendirilebilecek bir yapı sunar. Ayrıca, sigorta, tekafül ve sosyal barış gibi kavramlar, Ahilik felsefesinde derinlemesine yer alır. Bu nedenle, Ahilik, hem maddi hem de manevi kalkınmayı sağlayan bir model olarak değerlendirilebilir. Ahilik, bu unsurları birleştirerek medeniyet inşası sürecinde önemli bir rol oynamış ve bugün de bu değerlerin canlandırılması için bir model olarak kullanılabilir.
Gençlerimize yaptığı her iş ve eylemde ilmen doğru, iktisaden faydalı, ahlaken güzel, dinen caiz mottosunu hatırlatmak isterim.
“Gerçeğin birden çok yönü vardır. Nereden baktığınıza bağlı.” HİNT ATASÖZÜ.
Ahilik haftası dolayısıyla ahilik fikrinin canlı tutulması dileğiyle…