Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider.
C. BRUNO
Geçtiğimiz günlerde bir ulusal TV kanalında yayınlanan haber bazılarımızın göğsünü kabarttı. Zira, habere göre bir konuda daha AB (Avrupa Birliği) ülkelerindeki ortalamaları yakalamışız. Haber, ülkemizde gençler arasında ilk cinsel deneyimi yaşama yaşının 14’e kadar indiğini söylemekteydi. Gözümüz aydın! Yapılan araştırmalar artık Türk çocuklarının Avrupalı akranlarından cinsel deneyimi yaşama konusunda geri olmadığını gösteriyor. Artık, eski deyimle Orta 3. sınıf, yeni deyişle ilköğretim bitiminde “işlem tamam”.
Tabii haber TV’de bu şekilde verilmiyordu. Toplumsal içerikli olmaktan ziyade bir sağlık haberi olarak verilen haberde lise öğrencilerinin ailelerinden habersiz yaptırdıkları kürtajların önemli bir sağlık sorunu olduğundan bahsediliyordu. Tabii AB’ye uyum kolay değil, biraz zaman alacak. Kız ve erkek çocuklarımızı da eğitmek ve bilgilendirmek zorundayız. Zaten haberde görüşlerine başvurulan bir Kadın Hastalıkları profesörü de, “Çocuklarımızla iletişimimiz çok iyi olmalı. Onlara bizlere karşı açık olmalarını öğretmeliyiz. Çocuk hırsızlıkta yapsa, hamile de kalsa bize söyleyebilmeli” dedi, tam bir AB üyesi ülke profesörü gibi.
Hatırlarsınız benzer bir haberi de geçtiğimiz haftalarda gazetelerde okumuştuk. AB sponsorluğunda ve Sağlık Bakanlığı desteği ile İzmir’de yürütülen bir çalışmada lise öğrencilerine cinsel yolla bulaşan hastalıklardan nasıl korunmaları gerektiği ile prezervatif kullanımı sanatsal ve bilimsel yollarla öğretiliyor, eğitim sonrası uygulanan ankette 16 yaş altındaki çocuklara o güne kadar kaç kez cinsel ilişkiye girdiği ile bunların detaylarına ilişkin sorular soruluyordu.
Neyse ki, ne haberi veren TV kanalı ne de uzman görüşüne başvurulan jinekoloji profesörü 14 yaşa kadar inen cinsel ilişkinin toplumsal, psikolojik ve ahlaki açıdan yanlışlığı gibi bir ‘çağdışı yorum’ yapma hatasına düşmedi. Sadece bu şekilde ortaya çıkan, “Ben çocuktum, o çocuktu, bir çocukluk yaptık, bir çocuğumuz oldu” tekerlemesi misali gebeliklerin ortaya çıkarttığı ve çıkartabileceği sorunlar üzerinde durdular.
Eğer haberde söylenen doğru ise her gün ülkemizde belli bir sayıda liseli genç kız hamile kalıyor ve yasal olmayan şekilde bu gebelikleri sonlandırıyorlar. Bu yazıda, velilerinin haberi ve izni olmadan bu kızlara kürtaj yapan kanunsuz ve ahlaksız meslektaşlarımızdan hiç söz etmeyeceğim. Nasılsa onlar yaptıklarının çok iyi farkında olan mesleğin yüz karaları. Kanunsuzluk ve ahlaksızlık her meslekte ve her toplumda olur. Zaten o yüzden savcılar, polisler, meslek odaları gibi kontrol ve cezalandırma organları vardır.
Benim esas amacım, bu “AB standardı”nı yakalama vesilesi ile bazı saptamalar yapmak. Bir defa bu durum öncelikle biz anne-babaların, çocuklarımızın özgür bir birey olarak kendi kararlarını kendilerinin vermesi, özgürce kız-erkek arkadaşlığı yapması ve bunun sınırlarını kendilerinin belirlemesi gibi konularda kendi anne-babalarımıza kıyasla ne kadar büyük yol kat ettiğimizin bir göstergesi. Ayrıca okullarımızda verilmeye başlanan cinsel eğitimin, ‘ufak tefek kazalar’ dışında işe yaradığının, artık çocuklarımızın hayatın gerçeklerinin ‘kuşlar ve kelebekler’den ibaret olmadığını pek de güzel bildiğini görüyoruz. Dahası bu, ilaç sektörüne ve gebelikten korunma malzemeleri üreten firmalarımıza yeni bir müşteri kitlesi doğurdu. Bu firmalar, nüfusunun önemli bir kısmı genç olan bu ülke insanına bir şeyler satmak için evlenme çağını beklemek yerine 5-10 yıl önceden hap, prezervatif, vs. gibi gebelikten korunma yöntemleri satabilecekler. Bu da yeni üretimi, dolayısıyla istihdamı doğuracak. Yani, işsizliğe bile katkısı var bu işin.
Tabii yıllardan beri devam eden ve her gün dozu daha da artan yazılı ve görsel basındaki ‘cinsel uyarıcı’ yayınların katkısıyla, önümüze örnek diye konulan Avrupai ve Amerikanvari yaşam biçimini ne derece içimize sindirdiğimiz memnuniyet verici gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Ancak burada Erzurum’da pratisyenlik yapan meslektaşımızı hatırlamamak mümkün değil. Genç bir hekim Erzurum’daki pratisyenlik görevi sırasında karın, buzun içinde gezen yine de hastalanmayan çocukların sırrını merak eder ve sorar. Kendisine bu çocukların “buzlama” olduklarını, yani doğar doğmaz buzlu suya yatırıp yıkadıklarını, böylece ‘çelik gibi’ olduklarını söylerler. Meslektaşımız tayin olup İstanbul’a gider ve bir çocuğu olur. Kendisi de Erzurum’da öğrendiklerini uygular ve çocuğunu “buzlama” yapar. Ama talihsiz çocuk ağır bir zatürreeye düçar olur. Meslektaşımız, birazda öfke ile Erzurum’u arar. Karşısındaki dadaş olayı gayet normal karşılar ve şöyle der: “Doktor bey senin çocuğun hasta olması gayet normal. Bizimkiler hasta olmuyor çünkü bizimkilerin anası da, babası da, ninesi de, dedesi de kaç nesildir hep “buzlama”. Ya senin ki?”
Yani, bizim çocukların çok önemli bir kısmının annesi, babası, ninesi, dedesi Avrupalı ve Amerikalı ebeveynler gibi “buzlama” olmadığı için bizim çocuklar hamile de kalır, kürtajda yaptırır, intihar da eder, lise bahçesinde ‘aşk cinayeti’ de işler. Ama sabırlı olmak lazım. Bu AB (Ahlaki “Buzlama”) ve “kaşarlanma” sürecini 1-2 nesilde halledersek gerçek bir Batı toplumu olma yolunda önümüzde kimse duramaz. Bu erek üzere olan herkese bol şanslar…